19 Mart 2009 Perşembe

21. YÜZYIL TÜRKİYESİNDE DENETİM


21.Yüzyıl Neler Getirecek

İnsanlık tarihinin en kanlı yüzyılını geride bırakıyoruz. Yirminci yüzyıl, insanlığın en büyük iki savaşına, iki dünya savaşına ve 80 civarında bölgesel savaşa tanıklık etti. Kitlesel ölümlere neden olan, atom bombasının ve kimyasal kitle imha silahlarının kullanıldığı, ideolojiler adına kitlesel kıyımların yapıldığı, kanlı bir dönemdi 20. yüzyıl. Ama olaya Türk tarihi açısından bakınca, 20. yüzyılın aydınlık yüzünü görüyoruz… Tüm mazlum milletlere örnek olan muhteşem bir kurtuluş mücadelesi verdik, bu yüzyılın ilk çeyreğinde… Yine Cumhuriyetimizi bu yüzyılda kurduk…

Kısacası zor bir yüzyılı geride bırakıyoruz… 21. yüzyıl insanlık için neler getirecek? Bu soru için fütürologlar, yani gelecek bilimciler uzun süredir kafa patlatıyorlar. Dünyanın muhtemel geleceği için genel kabul görmüş birkaç senaryo var… Aynı netlikte senaryoların Türk bilim adamları ve Türk stratejistleri tarafından üretildiğini söylemek çok zor. Fütürolog kavramı da, stratejik öngörü kavramı da bizler için yabancı ve uzak kavramlar.

21. yüzyıla yaklaştıkça dünyanın her tarafında politik ve ekonomik kurumlar giderek birbirine yaklaşmakta, aradaki farklar azalmaktadır. Oysa 20. yüzyılın başlarında toplumlar ideolojik faklılıklarla bölünmüşlerdi. Soğuk savaş, daha 10 yıl öncesine kadar en sık duyduğumuz, bizim nükleer savaş korkusuna kapılmamıza neden olan kavramdı. “Bugün ise tüm gelişmiş ülkeler, liberal demokratik politik kurumları benimsedi ya da benimsemeye çalışıyor. Aynı zamanda birçok ülke Pazar ekonomisine yöneliyor ve küresel kapitalizmin işbölümüne uyum sağlıyor.”(1)

21. yüzyıl için fütürologların öngörüleri, stratejistlerin muhtemel senaryoları ana hatlarıyla belli. Bu senaryolardaki ortak öngörüleri şu şekilde sıralayabiliriz; 20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan Bilgi Toplumuna geçiş süreci 21. yüzyılda da sürecek. 21. yüzyıl iletişim sektörlerinin ağırlığını hissettirdiği, Bilgi’nin üretimin en önemli faktörü olacağı bir yüzyıl olacak. Kuramcılar, 21. yüzyılın bilgi-bilim yüzyılı hatta en geniş anlamıyla enformasyon yüzyılı olacağını öngörmektedirler. Öngörülere göre, robotlar yaşamın her alanına girecek, fiber-optik teknolojisi çok yaygınlaşacak ve sıradanlaşacak, lazer teknolojisi akıllara durgunluk verecek şekilde gelişecek, iletişim teknolojisi insanlara çok geniş mikro ve makro boyutlar sunacak. Kesinleşeceğine mutlak gözüyle bakılan bu gelişmenin sonucu olarak iyimser ve kötümser senaryolar oluşturulmaktadır.

Tek kutupluluk-çok kutupluluk; hangisine iyimser, hangisine kötümser demek tam mümkün olmamakla birlikte bu konuda;

I) Dünya, ABD ve AB merkezli global bir köy olacak, yeni dünya düzeni dünyada egemen olacak genel nitelemesine, yeni dünya düzenini G7 ülkeleri ile IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi örgütlerin belirleyeceğini ileri sürerek çok genişletenler de var.

II) Belki birkaç on yıl yeni dünya düzeni egemen olacak, sonra yine çok kutuplu dünyaya dönülecek: 1. eksen ABD ve AB, 2. eksen Japonya önderliğinde Doğu Asya ülkeleri olacak. Ayrıca Çin’e ve Hindistan’a nüfus faktörlerini olumlu kullanmaları kaydıyla, dünyanın geleceğinde söz sahibi olacak ülkeler arasında görenler de var. Hatta bu görüşü Alvin Tofler “21. yüzyıl Asya-Pasifik yüzyılı olacaktır.” diye çok iddialı bir üslupla dile getirmiştir.

Demokrasi anlayışı; iyimser düşünenlere göre, demokrasi tüm ülkelerde yerleşecek. Kötümser görüş sahipleri ise, 21. yüzyılda George Orwell’in 1984 romanında öngördüğü iletişim diktatörlüğü kurulabileceği, bilgi işlem teknolojisindeki gelişmelere hakimiyet kuran diktatörlerin, insanların her türlü mahrem ilişkilerini denetleyebileceğini ileri sürmektedirler.

Genelde paylaşılan bir görüş: Uluslararası gelir dengesizliği ve işsizlik artacak, iyi yetişmiş kişiler dışında kalan, kalifiye olmayan emeğin hiçbir şansı kalmayacak, nüfus içinde hizmet sektörünün, hizmet sektörü içinde de iletişim ve bilgi teknolojileri işkolunda çalışanların oranı artacak. Beyaz yakalıların (hizmet sektörü) sayısı, mavi yakalıların sayısından (imalat sektörü) çok fazla olacak.

21. yüzyıla girerken dünyanın süper güçleri bilimin neresindeler? Bu ülkelerde; kabinsiz savaş uçakları, iletken plastikler, robotlar ve robotlar için kaslar, foto-piller, gübresiz tahıl üretilmesi, radyoaktif temizleyen bakteriler, bio-data sistemler, mikro minyatürleşmeler vb. teknolojik gelişmeler gündemdedir.

Ama Türkiye’de insanların büyük çoğunluğu, böyle teknolojiler olduğunun bile farkında değiller. Dünyanın geldiği nokta; sınırsız tüketim, sınırlı üretim ve bunu alabildiğince istismar eden yeni dünya düzeni. Ortada yeni dünya düzenine gidişi engelleyecek bir güç de görülmemektedir. “Ne denli aleyhimize olursa olsun şunu kabul etmeliyiz. Bir değişim başlatılmıştır, değişim bize uymayacağına göre biz değişime uymak zorundayız.” (2)

Bilgi çağı fütürologların geleceğe ilişkin en yaygın ve tutarlı öngörülerinden birisi, teknolojik devrimin politik, ekonomik, sosyal tüm hiyerarşik yapıları sona erdireceğidir. Bilgi her zaman güç olmuştur ve hala da büyük bir güçtür. Geleneksel hiyerarşinin tepesinde yer alanlar, hakim konumlarını bilgiye ulaşımı kontrol altında tuttukları için sürdürebilirler. Ama bilgi teknolojilerindeki gelişmeler (telefon, faks, bilgisayar ağları) hiyerarşinin bilgiye hakimiyet gücünü kırdığı için güç zamanla hiyerarşinin daha alt kademelerine geçecektir. Dolayısıyla, insanlar merkezi yapıdaki organizasyonların sınırlamalarına karşı özgürleşeceklerdir. (3)

Ama hiyerarşinin en üst kademesindekilerin, iletişimin teknolojilerinin imkanlarını sonuna kadar kullanarak, kazanımlarını devretmeyeceklerini, hatta beyinlerimize hükmederek kibar bir diktatörlük kuracaklarını öne sürenler de var. Örneğin İsveç Parlamentosunun bir kadın üyesi, Karl Marks bugün yaşasaydı Das kapital’i (Sermaye) değil, Die Infermation’u (Enformasyon) yazardı diyor. Bu görüşü savunanlar, üçüncü dünya ülkelerinin haberleri mutlaka dört büyük haber ajansından birisinden (Reuters, AP, UPI, AFP) almalarını tezlerine dayanak yaparak, dünyayı Büyük Ağabey’in (Big Brother) haber ajansları ve büyük yayın kuruluşları (CNN, NBC) ile yönlendirdiğini (yönlendireceğini) öne sürüyorlar. (4)

Bilgi Toplumu Olgusu ve Sonuçları; Sanayi Toplumunun tabii bir gelişmesi sonucu, yaygın telefon servisi, televizyon, hızlı trenler, tümleşik devreler, lazerler, mikro işlemciler, yarı iletken bellekler derken, sanayi devrimini tamamlayan ülkelerde “Bilgi Toplumu” denen toplum yapısı oluştu. Bilgi toplumuna geçiş sonrası, bilgi teknolojileri kavramı gündeme geldi. “Bir başka deyişle, bilgisayar ve telekomünikasyonun evliliğinden söz edilir oldu.” (5) bu evliliğin sonucunda belki de 21. yüzyıla damgasını vuracak bir bilgi ağı oluştu: INTERNET… İntel Şirketi Başkanı Andy Grove, İnternetin önemini şu sözlerle vurgulamaktadır; “İnternetteki gelişmelere hazırlıksız yakalananları, İnternet bir deniz dalgası gibi süpürecek. Ben bu kişilerin yerinde olsam, şimdiden yaptığım işleri İnternet kullanarak nasıl yapacağımı düşünürdüm.” (6) Gerçekten internet sel gibi gelmektedir. İnternet cafeler Türkiye’nin her tarafına yayılmıştır. Çok bilimse amaçlar için kullanılmasalar da, insanımızın büyük bir bölümü internet ile tanışmıştır.

“Kentlere akan köylüler “sanayi toplumunda” kolay iş bulabiliyordu. Ama böyle bir sanayi yapısıyla “bilgi çağı”nda uluslararası rekabet gücünü kazanmak ve ülkeyi refaha kavuşturmak mümkün değil. Bilgi toplumunda toplam kalite ilkesine göre yönetilen iş yerlerindeki bilgili işçilerin üretimin her kademesinde inisiyatif kullanmaları ve sadece söylenenleri yapan değil, aktif olarak yönetime katılan kişiler olması gerekmektedir… İşçilerin asgari %52’sinin yüksek öğrenim görmüş olmayı gerektireceği hesaplanmaktadır.” (7) Yıllar geçtikçe çalışanlarda bulunması gereken yüksek öğrenim şart oranının daha da artacağı kuşkusuzdur.

Ancak, kamu kurumlarının bu gelişime ayak uydurduklarını söylemek çok zor. Türkiye’de hala en büyük daktilo alıcısı kamu kurumlarıdır. Bilgi teknolojilerindeki bu gelişmeler, yarının teknolojisinin niteliksiz iş gücüne ihtiyaç duymayacağını, az nitelikli iş gücüne ihtiyacı asgari düzeye indireceği, buna karşılık nitelikli ve çok nitelikli iş gücüne talebi de aşırı artıracağı ortadayken, eğitim politikamızda, kamu kurumlarındaki meslek içi eğitim politikalarımızda bu konuda herhangi bir çaba görülmemektedir. Okullarımızda, yabancı dil eğitimi de bilgisayar öğretimi de yetersizdir. Geleceği görerek, kendi imkanlarıyla yurt dışında dil öğrenmek için ücretsiz izin isteyen, kurumlarında bilgisayar kursu açılmasını talep eden personelin talepleri konuyu kavrayamamış yöneticiler tarafından reddedilmektedir.

Denetim ve Toplumsal Yapı;

21. yüzyılda denetim nasıl olmalıdır? Sorusunun cevabını araştırmadan denetim nedir ve denetim nasıl olmalıdır? Sorularına cevap aranmalıdır. Sözlük anlamı kontrol etmek olan denetim kavramı, Türkiye’de hep yanlış ve dar anlamıyla algılanmıştır. Denetim kavramı sürekli yolsuzluk kavramı ile birlikte düşünülmüş, sanki denetimin tek amacı yolsuzluğu önlemek olarak algılanmıştır. Hem de yalnızca kamuda meydana gelen yolsuzluğu. Bu algılama sonucu denetim yalnızca “Devlet Denetim Elemanlarının” yaptığı bir eylem olarak değerlendirilmiştir.

Oysa; denetim ne yalnızca kamuda meydana gelen yolsuzlukların, ne de yalnızca mail yapının ve mali işlerin denetimi olarak algılanmamalıdır. Hayatımızın her safhasında her işlem demokratik bir anlayışla herkes tarafından denetlenmelidir. Bir düşünürün siyaset için söylediği sözünü denetime uyarlarsak; “Denetim, denetim elemanlarına bırakılamayacak kadar önemlidir.” Ancak, uzun yıllardır süregelen devlet baba anlayışı, kulluktan vatandaşlığa bir türlü geçemeyişimiz, halkın her şeyi gibi denetimi de devletten beklemesine yol açmaktadır.

Etkin bir denetimden bahsedilebilmesi için, yurttaşların hayatın her safhasında bir denetçi gibi çalışmaları gereklidir. Bozuk mal satan esnafı, halka kaba muamele eden memuru, rüşvet isteyen kamu görevlisini, trafik kurallarını ihlal eden sürücüyü, çöpünü sokağa atan komşuyu vb. şikayet etmeyen; görevini tam yaptığı için sürülen savcıya, hakkında tazminat davaları açılan müfettişe, yüksek sesle düşündüğü için kızağa çekilen valiye destek vermeyen insanların oluşturduğu bir toplumda, yalnızca denetçinin yapacağı denetimle kusurluları tespit etmek, sorunları çözmek mümkün müdür?

Ülkemizde vatandaşlarımızın üzerlerine düşen denetim görevini yapmalarını engelleyen faktörleri ana başlıklarıyla şu şekilde sıralayabiliriz;

a) Devlet baba inancı; yüzyıllardır güçlü ve hakim devlet anlayışıyla, kendini devletin kulu gören bir kültürle yetişen insanımızın, her şey gibi denetimi de devletten ve devlet görevlilerinden bekleme alışkanlığı,

b) Hak arama amaçlı da olsa şikayet etmeyi, ispiyonculuk olarak algılayan insan ilişkimiz,

c) Hatayı yapana acıyan, çoluğunu, çocuğunu düşünen insancıl yönümüz,

d) Yapılan şikayetlerden bir sonuç alınamayacağı yargısı,

e) Toplumumuza egemen olan adam sendecilik anlayışı, bana dokunmayan bin yaşasın düşüncesi.

Bu değerlerin hakim olduğu bir toplumda, kamu denetiminin işleyişinden kaynaklanan tüm sorunları çözseniz de, denetçinin mali durumunu iyileştirseniz de, gerekli hukuki düzenlemeleri yapsanız da, denetimden istenilen sonuçları almanız mümkün değildir.

Demek ki, sağlıklı bir denetimden bahsedebilmesi için; yolsuzluğa, haksızlığa, yanlışlığa karşı çıkan, tepki koyan; doğruya, dürüste arka çıkan bir toplum yapısı oluşturmak gereklidir. 21. yüzyılın bilgi teknolojileri toplumu buna zorlayacaktır. Az da olsa kamu kurumlarına e-maillerle gelen imzalı-imzasız ihbar mektupları bu yönde ümitlerimizin artmasına neden olmaktadır. İnternetin oluşturduğu iletişim zinciri, duyarlı insanlarımızın duyarsız vatandaşları ateşlemesine topyekun duyarlı bir toplum oluşmasına zemin hazırlayacaktır.

Türkiye’de yolsuzlukları önlemede çok kolay bir yol seçilmiştir; mevzuat oluşturmak. Yani, yasalar, tüzükler, yönetmelikler çıkarmak. Devlet memurlarının hangi eylemlerine, hangi cezalar verileceği tüm ayrıntılarıyla belirlenmiştir. Oysa İ.Ö. yaşayan Romalı düşünür Tacitus “kanunların çok olduğu yerde devlet daha yozlaşır.” ve yine İ.Ö. 604-531 yıllarında yaşayan Lao-Tzu “Kanun ve mevzuat ne kadar fazla ise, hırsız ve soyguncuların sayısı o kadar fazla olacaktır.” demiştir. Türkiye’de olanlar da 2500 yıl önce yaşayan bu bilgileri doğrulamaktadır. Türkiye’de yolsuzluğu önlemek amacıyla yasalar çıkarılmakta, ama bunların çoğu tatbik edilmemektedir. Örneğin 2531 sayılı yasa, örneğin 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunma Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele yasası. Oysa İngiltere’de Anayasa dahi yazılı değildir. Ama sistem tıkır tıkır işlemektedir. Fazla mevzuat neden yolsuzluğu artırmaktadır; her çıkan kapsamlı mevzuat, devlet erkinin hem kendisine hem de halkına güvensizliğini gösterir. Kanun sayısı arttıkça karşılıklı güvensizlik artar. Aşırı mevzuat, yapısı gereği birbiri ile çelişir. Kanun cambazları bunları çok iyi değerlendirirler, yasal boşluk ve çelişkilerden istifade ederler. Mevzuat sayısı arttıkça işler ağır yürür, ağırlaşan iş akışı rüşvet ve irtikap için bulunmaz bir ortam yaratır.

Yolsuzluklarla ekonomik sistemin ve yönetim tarzının da ilişkisi vardır. Merkezi Berlin’de bulunan Uluslararası Şeffaflık Kurumu (Transparency International) adlı teşkilat tarafından, 1994 yılından bu yana dünyanın çeşitli ülkelerinde yolsuzlukların yaygınlığı üzerine incelemeler yapılmaktadır. Türkiye yolsuzluğun en yaygın olduğu 54 ülke arasında 22. sırada yer almaktadır. Yolsuzluğun en çok olduğu ülkeler (1-Nijerya, 2-Pakistan, 3-Kenya, 4-Bangladeş, -Çin, 6-Kamerun, 7- Venezüella, 8-Rusya) incelendiğinde, bu ülkelerin ekonomik yönden devlet müdahalesinin en yoğun yaşandığı ülkeler olduğu, keza yolsuzluğun çok olduğu ülkelerde totaliter yönetimlerin egemen olduğu görülmektedir. (8) Yolsuzluğun en fazla olduğu ülkelerin bir başka özelliği de, gelir dağılımının aşırı bozuk olmasıdır. Demek ki, etkin bir denetim sistemi kurmak için, demokratik yapılanmamızı tamamlamak, devlet müdahaleciliğini asgari düzeye indirmek ve gerçek anlamıyla sosyal devleti tesis etmek durumundayız. Yalnız burada devlet müdahaleciliğinin kastedilen devletin, teşviklerle, rant-faiz kollamalarıyla, KİT yağmasıyla yaptığı müdahaledir. Yoksa devletin yönlendirici demokratik planlaması kaçınılmazdır. Demokratik hakların tam anlamıyla kullanıldığı, devlet müdahaleciliğinin olmadığı, yerel yönetimlere yetki verildiği, gelir dağılımının dengelendiği toplumlarda yolsuzluğun azaldığını gören diğer toplumlar da bu taleplerini dile getirecekler ve kaçınılmaz olarak toplumsal değişim gerçekleşecektir. Bu toplumsal yapı değişikliği, denetim sistemini de değiştirecek, devlet denetiminin yerini, kamu adına yapılan denetim alacaktır. Bu doğal değişimin kaçınılmaz sonucu da; çok yakında kamu denetçiliği (ombudsman), denetim sisteminin önemli bir parçası olacaktır. Ayrıca, şu anda özel kuruluşları kendi istekleri ile denetleyen “bağımsız denetim kurumları” ve “bağımsız denetçiler” sayıca artacak, zamanla kamu kurumları da işlemlerini bu denetçilere denetlettireceklerdir. Bunun gerçekleşmesi için kamunun da özel sektörle aynı muhasebe standartlarıyla yönlendirilmesi gerekir.

Bu şekilde denetimin olmazsa olmaz bir başka şartı şeffaflıktır. Belgelerin pek çoğuna “gizli” kaşesini basan, bu belgeleri kendi müfettişine bile vermekten çekinen kamu erki, yabancı uyruklu denetmenler de çalıştıran bağımsız denetim kurumlarına nasıl güvenecektir.

Her şeye rağmen, bu konularda ümitli olmamızı sağlayacak gelişmeler de olmaktadır ülkemizde. Yabancı kuruluşlarla ortaklık kuracak firmalar, gönüllü olarak kendilerini bağımsız denetim kurumlarına denetlettirmektedir. Bir gazetemiz kendi personeli de olsa, bir kişiyi gazete ombudsmanı olarak görevlendirerek, kendini kamuoyuna denetlettirme cesaretini gösterebilmiştir. Prof. Dr. Orhan Kural gibi, Nusret Çakıroğlu gibi pek çok halk gönüllüleri gördükleri çarpıklıkları kamuoyu gündemine getirmektedir. Tüketici dernekleri büyük bir hızla çoğalmakta, gazetelerde tüketici haklarını savunan köşeler çoğalmakta, gönüllüler internette yolsuzlukları deşifre eden web siteleri oluşturmaktadırlar.

Türkiye’de Yolsuzluk ve Kamu Denetimi;

Ülkemizde denetim büyük ölçüde Devletin Denetim Organları tarafından yürütülmektedir. Uzun süre de bu yapının böyle gideceği tahmin edilmektedir. Toplumsal dönüşümler gerçekleşene, denetim kavramı ve denetim görevi kitlelere mal olana kadar, yolsuzluklarla mücadele, halkın denetim ihtiyacı devletin denetim organlarınca yürütüleceğine gör, devlet denetiminin aksayan yönlerini ortaya koymak ve bunlara çözüm yolları aramak bir zorunluluktur.

Kamu Denetiminin Sorunları

Kamu denetiminin iyi çalışmamsının belli başlı nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz;

1) Denetim elemanları bağımsız değildir. Bir Bakanın emrindeki müfettişten O Bakanlıktaki, bir Genel Müdürün emrindeki müfettişten O Genel Müdürlükteki bütün yolsuzlukların üzerine serbestçe gidebileceğini veya gitmesine izin verilebileceğini söylemek mümkün değildir.

2) Denetim elemanlarının toplumsal statüleri sürekli gerilemektedir. Toplumsal statünün en önemli kıstaslarından birisi, alınan ücrettir. Denetim elemanları çok değil 10 yıl önce müsteşardan daha fazla ücret alırken, son yıllarda denetim elemanlarının aylıkları Daire Başkanının dahi altına düşmüştür. Benzeri gerilemeler, lojman, sosyal tesislerden ayrılan kontenjan vb. toplumsal statü belirleyen diğer kazanımlarda da önemli bir gerileme görülmektedir.

3) Denetim elemanları gerekli teknik donanımla teçhiz edilmemiştir. Bugün denetime tabi işlemlerin büyük çoğunluğu bilgisayarla yapılmasına karşın, denetimde bilgisayardan yararlanan müfettiş sayısı çok azdır. Kamera, fotoğraf makinesi ve teyp gibi teçhizattan ise hemen hemen hiç yararlanılmamaktadır. Bu da teftiş ve soruşturmanın etkinliği ve hızını olumsuz yönde etkilemektedir.

4) “Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat” denetimin ve memur yargılanmasının önünde büyük bir engeldir. Bu da Genel ve Katma Bütçeli dairelerde yolsuzlukların üzerine zamanında gidilmesini engellemektedir. (Kanun geçtiğimiz günlerde değiştirilmiştir.

5) Yargı kararlarında Müfettişliğin Kariyer bir meslek olduğu vurgulanmasına ve çoğu Teftiş Kurulu’nun tüzüğünde veya Müfettişliğe geçişin, seçme sınavı sonrası üç yıl süreyle Müfettiş Yardımcılığı olarak stajını tamamlanmasını takiben yeterlik sınavına girerek gerçekleşeceği vurgulanmasına karşılık, hala bazı kurumlarda bir takım personel atama yoluyla Müfettiş yapılabilmektedir.

6) Müfettişler, teftişler sırasında tespit ettikleri yolsuzlukların soruşturmasına başlayabilmek için, soruşturma izni almaları gerekmekte, istisnai de olsa bazen soruşturma oluru verilmeyebilmektedir.

7) Teftiş programları İta amirleri tarafından onaylanmakta, gerektiğinde değiştirilmektedir. Bunun sonucu olarak da bazı birimler hiç teftiş edilmezken, bazı birimler çok sık aralıklarla teftiş edilmektedir.

8) Türk teftiş sisteminde mükerrer denetim çok sık rastlanan bir olgudur. Bazı işlemler 4-5 değişik birime bağlı denetim elemanı tarafından defalarca denetlenebilmektedir.

9) Teftiş kurulları aynı amirlere bağlı olmadıkları için birbirleriyle koordineli çalışamamaktadır. Dolayısıyla, teftiş yöntemleri, olaylara bakış tarzları, bilgi düzeyleri kuruldan kurula değişiklik göstermektedir. Türk teftiş sisteminde rapor dizaynında, sorgu yöntemlerinde bile birlik yoktur.

10) Bazı denetim elemanlarının denetim yetkisi olmasına karşın, soruşturma yetkisi yoktur. (Sayıştay, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu). Bu da, tespit edilen yolsuzlukların sonuna kadar gidilmesini engellemektedir.

11)Bazı denetim elemanları kendilerini yenileyememekte, teknolojik gelişmelere ayak uyduramamaktadır.

12) Yazdığı raporların sümen altı edilmesi, raporların gereğinin yapılmaması, zamanla müfettişin idealizmini öldürmekte, bazı müfettişler sadece yazmış olmak için rapor yazabilmektedirler.

Kısacası teftiş kurulları bu aksak yapılarıyla, gerek yüksek bürokratlara gerekse siyasilere uzanan yolsuzluk iddialarını sağlıklı olarak araştırmaları mümkün değildir. Çok iyi niyetli bir ifade ile çok zordur.

Yolsuzlukların Oluşumunda Bürokratik Yapının Etkisi

Yolsuzlukların oluşumunu etkileyen, yolsuzlukların ortaya çıkmasını engelleyen unsurlardan bir diğeri, belki de en önemlisi bürokrasinin durağan, korkak, yeniliklere kapalı yapısıdır. Bürokrasinin bu konudaki belli başlı aksaklıklarını şu ana başlıklar altında inceleyebiliriz.

Gizlilik; Max Weber: “Yasal gizlilik kavramı bürokrasinin önemli bir keşfidir. Bürokrasi hiçbir şeyi bürokratik gizlilik kadar savunmaz” derken, büyük bir gerçeği ifade etmektedir. Türk bürokrasisi çok sıradan evrakların üzerine “Gizli”, “Çok Gizli” kaşesini basmaktan çekinmez. Bu belgeleri müfettişe bile gösterirken son derece “hasis”dir. Yolsuzluklar, yasa ihlalleri, uygulama hataları kamuoyuna malolduğunda, medyada yer aldığında, Müfettişlere verilen görev genellikle, bu iddiaların doğru olup olmadığı değil, “bunları basına sızdıranın kimliğinin tespit edilmesi”dir. Başka bir deyişle, bürokrasi için; “kutsal gizliliğin” ihlali, yolsuzluğu yapanın tespit edilmesinden, yasaların ihlalinden çok daha önemlidir. İhalelerin gizli yapıldığı, belgelerin müfettişlerden saklandığı, açıklığı yasalarla teminat altına alınan (Tapu kayıtları, nüfus kayıtları) kayıtlara bile çok zor ulaşılabildiği bir bürokratik yapıda, yolsuzluklarla sağlıklı bir şekilde mücadele etmenin çok zor olduğu ortadadır.

Sorumluluktan Kaçma; Siyasi yapının çok sık değişmesi, bürokratların sorumluluktan kaçma eğilimini daha da artırmaktadır. Kısa bir süre içerisinde değişen siyasi yapının kendilerinden hesap sormasından çekinen bürokrasi, işleri yavaşlatmakta, karar vermekten çekinmekte, gereksiz yazışmalara girmektedir. Bu yaklaşımın sonunda açık bir yolsuzluk oluşmasa da; işlerin yavaşlamasına, halkın mağduriyetine neden olmakta, çarkın yavaş işlemesinden faydalanan bazı memurların rüşvet almasına müsait bir ortam oluşmaktadır.

Yetki Devrinden Kaçınma; Bürokrasinin sorumluluktan kaçma vasfıyla taban tabana zıt gibi gözüken bir özelliği de, bürokraside yetki devrinden kaçınma veya başka bir ifadeyle bürokratların dizginleri elinde tutma isteğidir. Bürokraside takım çalışmasından ziyade, tek adam yönetimi hakimdir. En üstteki bürokratın her şeye hakim olma, o kurumdaki her olaydan haberdar olma isteği nedeniyle yetki devrinden kaçınması, hemen hemen bürokrasinin her kademesinde rastlanan bir olgudur. Bu anlayış da işlerin gecikmesine neden olmaktadır. Hele bu unsur, sorumluluktan kaçınma vasfıyla birlikte devrede olduğu zaman, bürokrasi tıkanmaktadır. Tüm yetkiyi elinde toplayan bürokratın art niyetli olması halinde, suistimal kaçınılmaz olmaktadır. Veya ayrıntıda boğulan üst yönetici, yolsuzlukları gözünden kaçırabilmektedir.

Grupçuluk (Klikçilik, Okulculuk, Hemşehricilik vb.); Kamuda yolsuzlukların en önemli nedenlerinden birisi iltimas ve adam kayırmadır. Burada bürokratın maddi bir çıkarı genellikle yoktur. Ancak; mensup olduğu grubun çıkarını devletin çıkarının önünde tutar. Aynı derneğe, aynı dini cemaate, aynı okula, aynı siyasi görüşe mensup olduğu için veya kendisinin yahut eşinin yakın akrabası olduğu için kişilere ihale verilir. Bazen bu grupçuluk anlayışı o kadar geniş tutulur ki, sırf hemşehri olduğu için bazı insanlara kamu kaynakları peşkeş çekilir. Bu tür dayanışma içerisinde olanlar sürekli birbirlerini korur ve kollarlar. Az da olsa, müfettişler arasında da bu hastalıklara (özellikle okulculuk ve siyasi görüş birliği) rastlanır. Bürokratın kişisel çıkarı olmadığı, çıkar sağlananın da minnet duygusu içinde olduğu için, ispatlanması en zor suistimal türüdür.

Denetimsiz Kamu Kaynakları; Ülkemizde özellikle 1984 yılından sonra sayıları hızla artan bütçe dışı fonlar ile adeta “gölge kamu sektörü” yaratılmıştır. Fonlarda oluşan bu gölge kamu sektörünü “yer altı kamu sektörü” olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Ekonomi çerisinde fonların payı her geçen gün önemli artış göstermesine karşın, fonların denetimi belli esaslara bağlanmamıştır. Fonlar üzerinde hala etkin bir denetimden bahsetmek mümkün değildir. Denetimin olmadığı yerde yolsuzluk kaçınılmaz olduğu için, Fonlar Türkiye’de yolsuzluğa en açık kaynak olarak varlıklarını sürdürmektedir.

Bürokratın Küçük Çıkarları; Türkiye’de yolsuzlukların üzerine gidilmesini etkileyen faktörlerden en önemlilerinden birisi de, bürokratın küçük çıkarlarıdır. Özde temiz olan Türk Bürokratı, kendine çıkar sağlamaya yönelik yolsuzluk yapmasa da; lojman gibi, yurtdışı geçici görev gibi, o görevde bulunmanın verdiği manevi tatmin gibi küçük çıkarları için, yolsuzlukları görmezlikten gelebilir, yolsuzluklara karşı tepkisiz kalabilir. Bu küçük çıkarlar, bürokratı “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığı ile düşünmeye zorlar. Küçük çıkarları nedeniyle bürokrat yolsuzlukları, “görmez, bilmez, duymaz”. Ama vicdanen müsterihtir. Çünkü gırtlağından haram lokma geçmemiştir.

Merkezi Yönetim; Kamuda işlemlerin büyük ölçüde merkezden yönetilmesi, işlerin yavaş yürümesine, bürokratik yapının hantallaşmasına neden olmaktadır. Bu durum da, işleri hızlandırmanın tarifesinin yükselmesine yol açmaktadır. Yani hantal yapı, rüşvetin en önemli nedenlerinden birisidir. Merkezi yapı denetimi de güçleştirmekte, yolsuzluklarda sorumluların tespitini zorlaştırmaktadır.

Hükümetin Memuru Olma Anlayışı;

Son yıllarda, Devletin Bürokratı olma geleneği, yerini Hükümetin Bürokratı, hatta falan bakanın bürokratı olma anlayışına bırakmıştır. “Bu hükümetle geldim, bu hükümetle giderim” diyen bürokrat sayısı hızla artmaktadır. Bu da, devletin devamlılığı anlayışını gölgelemekte, bürokratların politize olmasına yol açmaktadır.

Yolsuzlukların Oluşmasında Siyasi Yapının Etkisi;

Yolsuzlukların oluşmasında siyasi yapımızdaki olumsuzlukların da çok önemli payı vardır. Yolsuzluk-siyaset ilişkisini de şu ana başlıklar altında sıralayabiliriz;

1) Kamu görevlilerine, sendikalara, derneklere siyaset yasağı; Kamu görevlilerinin, sendikaların, derneklerin siyaset dışı tutulması yanında çoğu kültürlü insanımızın siyasete soğuk bakması, özellikle kasabalarda ve küçük illerde siyasetin işsiz-güçsüz insanlarımızla rant peşinde koşan kişilerce yapılan bir uğraş haline dönüşmesine yol açmaktadır.

2) Delege sistemi; Türkiye’de siyaset yapmak isteyen herkes, ilçe ve il başkanı, milletvekili, MKYK üyesi, hatta Genel Başkan, delegenin oyuyla seçilmektedir. Delege de seçilmesine katkısı bulunduğu kişilerden katkısının bedelini, işsiz çevresine iş, kamu ihalesi olarak talep etmektedir.

3) Partizanlık veya siyasi yandaşlık; Partizanlığın en önemli etkisi, kamu kadrolarında şişkinlik olarak gözükmektedir. Keza ihalelerin de siyasi yandaşlara verilmesi sıkça rastlanan bir olgudur. Partizanlık çoğu zaman gözleri kör eder. Aşırı partizanlığın sonucu; “mutlaka birisi çalacaksa, o benim partilim olsun” şuuraltı düşüncesi “Bizim partide hırsız olmaz” söylemi ile dile getirilir. Parti çıkarı kavramı, Türkiye’de yolsuzlukların ortaya çıkmasını engelleyen faktörlerden en önemlilerinden birisisidir. Çoğu kez dürüst partililer, şahit oldukları, öğrendikleri yolsuzlukları, partim zarar görmesin, mensup olduğum siyasi düşünceye bir zarar gelmesin diye dile getirmezler. Geçmiş yıllarda, özellikle belediyelerce yapılan işlemler için siyasi partilere büyük yardımlar talep edildiği çok sık bir şekilde gündeme gelmişti. Parti çıkarı düşüncesi, kamu kaynaklarının siyasi organizasyonlara aktarılmasına bile neden olabilmektedir. Kişiler rüşveti kendileri için değil, siyasi organizasyonlarına yardım adı altında alınca, vicdanen müsterih olmakta, hatta davasına, ideolojisine hizmet ettiği öz savunmasıyla yaptıkları işlemler nedeniyle mutlu olmaktadırlar.

Bütün bunların yanında, bürokratik yapıdaki aksaklıklar arasında sıraladığımız faktörlerin hemen hemen tamamını siyasi yapıdaki aksaklıklar için de sıralamak mümkündür.

Yolsuzlukların Oluşmasında Diğer Faktörlerin Payı

Türkiye’de yolsuzluğu etkileyen diğer faktörlerin belli başlılarını şu ana başlıklar altında sıralayabiliriz; devletin ekonomide çok büyük pay sahibi olması, özelleştirmelerin gerçekleştirilememesi, GSMH’nın azlığı, gelir paylaşımındaki adaletsizlik, medyada kartelleşme eğilimi, demokrasinin hala tüm kurallarıyla yerleşmemiş olması, kültür düzeyi, tüketici örgütlerin güçsüzlüğü, adam sendecilik anlayışımız, hukuk sistemimizdeki aksaklıklar, adli polis teşkilatının olmaması, yargının üzerindeki iş yükü vs. vs. Bütün bunların dışında yolsuzlukların oluşmasında, süregelmesinde payı olan yüzlerce etken sayılabilir. Bu faktörlerin hepsi de ayrı ayrı bir inceleme konusu yapılabilir.

Ancak bütün bunların içinde bizce en önemlilerinden birisi denetim sistemindeki aksaklıklardır. Biz iddia ediyoruz ki; iyi seçilmiş ve iyi yetiştirilmiş denetim elemanlarının görev yaptığı, tek çatı altında toplanmış, özerk bir denetim yapılanması “Temiz Toplum” özlemlerinin gerçekleşmesinde etkili olacaktır.

Beklentiler - Umutlar

21. yüzyıl ne getirecek? Fütürologların dünyayla ilgili öngörüleri ana hatlarıyla belli olduğunu yazımızın başında belirtmiştik. Ama bu dünyada Türkiye’nin yeri ne olacak? Kesin bir öngörüde bulunmak zor. 21. yüzyıla Türk asrı dedirtebilecek miyiz? Dünyadaki değişime ayak uyduran 1. sınıf bir ülke mi olacağız? Yoksa Afrika ülkeleri ile birlikte anılan, küme düşmüş bir ülke mi? Bunu zaman gösterecek… Zaman ve bizim toplumsal değişimi gerçekleştirebilme yeteneğimiz, isteğimiz…

21. Yüzyılda nasıl bir Türkiye görmek isterseniz? Sorusuna benim cevabım: Toplumsal dönüşümlerini gerçekleştirerek, demokratik yapılanmasını tamamlamış, gelir dağılımını adilleştirmiş, ekonomiye devlet müdahalesini asgariye indirmiş, AB’nin KEB (Karadeniz Ekonomik Birliği) ve TDB (Türk devletleri Birliğinin) etkin bir üyesi olan bir Türkiye… Yolsuzluklardan arınmış, çocuk ölümlerini asgariye indirmiş, çevre problemlerini çözmüş, toplumsal barış sağlamış, tüm fertleriyle bilgi çağını yaşayan, fert başına düşen milli gelir sıralamalarında zirvelerde bir Türkiye… Kısacası mutlu insanlar ülkesi bir Türkiye…

Böyle bir Türkiye’de; Temiz Toplum özlemleri giderilecek, gerek sivil toplum örgütleri, gerek bağımsız denetim kuruluşları, gerekse devletin denetim örgütleri denetim işlevlerini tam olarak yerine getirecektir. Böyle bir ülkede, denetim elemanı ay sonunu nasıl getireceğim diye düşünmeyecek, meydana gelen yolsuzlukların sorumlularını araştırmak yerine, sistemin daha iyi işlemesi için çözüm önerileri üretecektir.

Özlemlerimizin hayata geçtiği bir 21. Yüzyıl ümidiyle…
1.7.2000

Dipnotlar:

1) Güven Francis Fakuyama, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

2) 21. Yüzyıl ve Türkiye –Yüksek Strateji Erol Mütercimler, Erciyaş Yayınları

3) Güven Francis Fakuyama, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

4) Enformatik Cehalet, Nabi Avcı Rehber Yayınları

5) Bilgi Teknolojileri Türkiye İçin Nasıl Bir Gelecek Hazırlamakta -Yurdakul Ceyhun, Ufuk Çağlayan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

6) Newsweek 2 Eylül 1996’dan Nakleden; Bilgi Teknolojileri Türkiye İçin Nasıl Bir Gelecek Hazırlamakta -Yurdakul Ceyhun, Ufuk Çağlayan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 1997

7) Bilim Ve Yanılgı- Taha Akyol Milliyet Yayınları

8) Kirli Devletten Temiz Devlete- Coşkun Can Aktan Yeni Türkiye Yayınları

9) Kirli Devletten Temiz Devlete- Coşkun Can Aktan Yeni Türkiye Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder