19 Mart 2009 Perşembe

BİR YASA TASARISININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.
Mustafa Kemal Atatürk- 6.Mart.1922













Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısı uzunca bir süredir ülkemizin gündeminde. Tasarıyı savunanlar, sistemin tıkandığını, ülkenin Ankara’dan yönetilemediğini, mahalli idareleri güçlendirmek gerektiğini belirterek bunun bir reform, değişim tasarısı olduğunu söylüyorlar. Buna karşılık, sivil toplum örgütleri ve bazı aydınlar tasarıyı çok yoğun bir şekilde eleştiriyorlar.

Tasarıya sivil toplum örgütleri tarafından yöneltilen eleştirileri ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz:

1)
Tasarı Türkiye’yi federasyona götürecek bir yapılanmanın başlangıcıdır. Yasalaşması halinde ayrılıkçı eğilimler güçlenecek “ulus devlet” anlayışı tartışılır hale gelecektir.
2) Tasarı Teftiş Kurullarını kaldırdığı için yolsuzluk ve usulsüzlükler artacaktır
3) Bakanlıkların taşra teşkilatları kaldırılması, hizmetlerin koordinasyonunu imkansız hale getirecektir.
4) İdarenin bütünlüğü, Sosyal devlet, devletin devamlılığı ve kamu yararı ilkeleri zedelenecektir. Kamu hizmetleri daha pahalı hale gelecektir.
5) Kamu hizmetlerinde ulusal politika ve hedeflerden söz edilemeyecek, mahalli stratejiler konuşulacaktır. Bunun sonucunda kamu hizmeti standardı ve önceliği ortadan kalkacaktır.

Bu eleştirilerin hepsi önemli olmakla birlikte, bizleri en fazla endişelendiren, Tasarının Türkiye’yi federasyona götürecek bir yapılanmanın başlangıcı olduğu ve yasalaşması halinde ayrılıkçı eğilimler güçleneceği “ulus devlet” anlayışının tartışılır hale geleceği iddiasıdır. Bu nedenle yazımızda ağırlıklı olarak bu konu üzerinde durulacaktır.

Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısının neler getirip neler götürdüğünü yalnızca yasa tasarısının metnini inceleyerek anlayamayız. Batı –Hıristiyan- dünyasının Türkiye hakkındaki gerçek niyetleri, ikiz yasalar, ABD ve Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri, Türkiye’nin üniter yapısından rahatsız olan iç ve dış çevrelerin rahatsızlık gerekçeleri gözetilmeden yapılacak değerlendirmeler, söz konusu tasarının yasalaşmasının doğuracağı olumsuz sonuçları anlatmada yetersiz kalacaktır.

Kim ne derse desin; Batı – Hıristiyan- Dünyası, haçlı zihniyetinden, daha açıkçası “Hıristiyan olmayanlardan arındırılmış bir Avrupa”, “Eski Hıristiyan topraklarını yeniden ele geçirme” ve “Türk’süz Anadolu” hülyasından hâla kurtulamamıştır. Bu düşünceyi, bazen konjoktöre bağlı olarak, toplumsal bilinçaltının derinliklerine atmış, ancak, şartlar müsait olunca bu düşüncesini hayata geçirmenin çarelerini aramıştır. Tarihteki haçlı seferleri de, Endülüs topraklarının işgali de, Balkan’ların Müslümanlardan arındırılması da, Sevr anlaşması da, Anadolu topraklarının, Yunanlılar, İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından paylaşılıp işgal edilmesi de, Hitler’in Ari ırk temelli soykırımı da, Bosna-Hersek’deki Müslümanların Sırp caniler tarafından katledilmesine seyirci kalınması da, ABD’nın Irak’ı işgali de batı Dünyasının toplumsal bilinçaltındaki “Haçlı Ruhu”nun tezahürleridir. Batı dünyasının “Eski Hıristiyan topraklarını yeniden ele geçirme”, başka bir deyişle “Türkleri Anadolu’dan sürme” sonucunu hedefleyen toplumsal bilinçaltı olduğuna yönelik iddialar “Komplo Teorisi” olarak nitelendirilip, “Biz 1000 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz, böyle bir şey mümkün değil” karşı görüşü öne sürülebilir. Ama unutmamak gerekir ki; Müslümanlar İspanya’da 800 yıl egemen olmuşlardır ama bugün İspanya’da Müslüman yoktur. Balkanlarda Türk egemenliğinin süresi 600 yılın üzerindedir – Ki bu süre, Anadolu’nun bazı bölgelerindeki egemenliğimizden daha uzundur- ancak bugün Türkler Balkanlarda çok küçük bir azınlıktır.Batı Kıbrıs’ı Türk’süzleşme planında da önemli mesafe katetmiştir. Dolayısıyla, tehlikeli olan, Batı dünyasının “Türksüz Anadolu” projesininin olduğunu öne sürmek değil, batı dünyasının böyle bir amacının olmadığına inanmaktır.

“Avrupa, Türksüz bir Anadolu’yu tarihsel olarak Avrupa’nın bir parçası kabul eder.
Öte yandan, Türklüğün Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarının yönetiminde Avrupa’ya
doğru 703 senelik ilerleyişini, Avrupa’dan sürekli çekilişiyle geçen 156 sene
izlemiştir. 1918 senesi son Haçlı seferinin Türklüğe karşı zafere ulaştığı yıldır ve o yılda İngiliz Başbakanı, Türklüğün Anadolu’dan da çıkarılacağı hedefini açıklamakta bir beis görmemiştir.”(1)


Batı dünyası 1800’lerden itibaren Türkleri Balkanlardan ve Anadolu’dan sürmenin en güzel yolunun etnik sorunları kaşımak olduğunu fark etmiş ve bu konuda yoğun bir çalışma içine girmiştir. Sevr anlaşması bu çalışmanın en somut örneklerinden birisidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü olduğu milli duygularla yönetildiği dönemlerde gündeme getirilemeyen Sevr Projesi, devlet yönetiminde zaaflar oluştuğu zaman gün ışığına çıkarılır. Proje bazen Doğu sorunu olarak gündeme getirilir . Bazen de mozaik tartışması, ana dilde eğitim, toplumların kendi kaderini tayin hakkı, mezhep çatışmaları, çok hukukluluk gibi tartışmalar bu projenin hayata geçirilmesine uygun bir ortam oluşturur. Eve dönüş yasası, ikiz yasalar ve kamu yönetimi temel yasası gibi hukuki düzenlemeler de bilerek veya bilmeyerek, federatif yapıya, kültürel ayrışmaya ve uluslaşma sürecinin kırılmasına uygun zemin hazırlamaktadır.

TBMM tarafından 4 Haziran 2003 tarihinde kabul edilip, 17.06.2003 gün ve 25142 sayılı resmi gazetede yayımlanan ,Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair 4867 sayılı Kanun ile Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair 4868 sayılı Kanun üçer maddeden oluşmaktadır. Her iki yasanın da 1. maddesi sözleşme isimleri dışında birbirinin aynıdır; “Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1966 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta imzalanan "Ekonomik, Sosyal ve Kültürel –Medeni ve Siyasi- Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme"nin, beyanlar ve çekince ile onaylanması uygun bulunmuştur.” 2. ve 3.maddeler ise yürütme ve yürürlük maddelerinden ibarettir. Büyük bir ihtimalle milletvekillerinin büyük çoğunluğu söz konusu sözleşmeleri okumadan kanuna kabul oyu vermişlerdi. Meclis Tutanak Dergisi kayıtlarına göre TBMM’nin 4. Haziran 2003 günlü 89.birleşimde Kanun tasarısı üzerine AKP Adına Nur Doğan Topaloğlu, CHP Adına da Şükrü Elekdağ’ın yaptığı konuşmalar dışında söz alan olmamış ve her iki konuşmacı da sözleşmenin lehinde konuşmuşlardır. (*)

4867 ve 4868 sayılı Kanunlarla onaylanan , her iki sözleşme de aynı maddeyle başlamaktadır:
“1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal (kültürel) gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.”
16 Aralık 1966 yılında BM tarafından imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından 37 yıldır onaylanmayan bu sözleşmeler kanunlaşınca; “ikiz yasalar” diye tanımlanan bu yasaların, ülkeyi federasyona hatta bölünmeye götüren süreci başlattığı öne sürülmüştür.
İkiz yasalardan hemen sonra gündeme gelen “Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısı”nın hazırlaması ile ilgili olarak Başbakanlık’ın web sitesinde “Tasarı’nın hazırlanmasında Başbakanlık TODAİE, Bilgi Üniversitesi, TESEV, TOBB, TÜSİAD, IULA, Ak Parti ve CHP tarafından yapılan atölye çalışmaları ile bu çalışmalara katılan çok sayıda bilim adamı, bürokrat, yönetici, işadamı, belediye başkanı, vali ve uzmanın katkısı bulunduğu” ifadesi yer almıştır (2). Bu yasa hazırlanırken sivil katılım sağlandığı iddia edilmiştir, ancak katılımda bulunanlar bellidir, Bilgi Üniversitesi Hocası Ömer Dinçer, Bilgi Üniversitesi, TESEV ve TÜSİAD. Yasa Tasarısı ile; kamu personel rejimi değiştirilmesine karşın Kamu-Sen’in ve KESK’in, kamu hizmetlerinin özel sektöre devri öngörülmesine karşın Türk-İş’in, Denetim sistemi alt üst edilmesine, Teftiş Kurulları kaldırılmasına karşın DENETDE’nin görüşleri alınmamıştır ama sivil toplum örgütü diye yasayla direkt ilgisi olmayan TÜSİAD’ın, TESEV’in ve Üniversitelerden de sadece Bilgi Üniversitesi’nin görüşü alınmıştır. Bunların üçünün de Başta SOROS Vakfı olmak üzere yabancı vakıflarla işbirliği içinde olduğunu bilirseniz, “Bu tasarıya yabancı vakıfların katkısı ne?” diye düşünmez misiniz?” Bu atölye çalışmalarına katılanlardan özellikle TESEV başta SOROS Vakfı olmak üzere bazı yabancı vakıflarla ilişkilidir. TESEV Başkanı Can Peker aynı zamanda TÜSİAD haysiyet divanı üyesidir, Bilgi Üniversitesi pek çok Projede SOROS Vakfı ile işbirliği yapmıştır, Ömer Dinçer Bilgi Üniversitesi Hocasıdır. Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Kofi Annan’ın hanımının amcası yahudi Raoul Wallenberg’in adını taşıyan Raoul Wallenberg İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Enstitüsü (RWI)’nün uzantısıdır.(3,4) Soros Vakfı'nın Türkiye temsilciliği niteliğindeki ve direktörlüğünü Hakan ALTINAY'ın yaptığı Açık Toplum Enstitüsü'nün yönetimi de şu isimlerden oluşmaktadır: Can PEKER (Türk Henkel Genel Müdürü, TESEV Başkanı, TUSIAD Haysiyet Divanı Üyesi) Nebahat Akkoç ( Diyarbakır'da kurulu Kadın Araştırmaları Merkezi Vakfı yöneticisi) Şahin Alpay (Gazeteci-yazar) Murat Belge (Birikim dergisi kurucusu, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, RADİKAL gazetesi yazarı) Üstün Ergüder ( Eski Boğaziçi Üniversitesi Rektörü) Osman Kavala (Kavala Grubu'nun sahibi) Ömer Madra (Açık Radyo'nun kurucusu, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi) Nadire Mater (Gazeteci) Oğuz Özerden (Bilgi üniversitesi kurucusu)..(5) Görüldüğü gibi Açık Toplum Enstitüsü ağırlıklı olarak Bilgi Üniversitesi ve TÜSİAD’la ilişkili kişilerden oluşmaktadır. Üyelerinden Nadire Mater’in yazdığı ''Memed'in Kitabı'' karşılığında John D. ve Catherine Mac Arthur Vakfı'ndan para aldığı ortaya çıkmıştır. Bu enstitü üyelerinin bir kısmının Karen Fogg’la da yakın ilişki içerisinde oldukları dikkate alındığında, bu yasa tasarısına kuşkuyla yaklaşanlara haksızdırlar diyebilir misiniz? Hele hele Soros Vakfı’nın son Sırbistan seçimlerini etkilediğini, Amerika’ya yakın kişilerin seçimleri kazanmasın sağladığını (6) Gürcistan’da Şevardnadze’nin devrildiği halk ayaklanmasını yönlendirdiğini, KKTC’de yapılan son seçimlerde M.Ali Talat’ın ve Mustafa Akıncı’nın partilerine destek verdiğini bilirseniz,(7) bu tasarıya biraz daha kuşkuyla bakmaz mısınız?
Ünlü tarihçi Eric Hobsbawm, 1977 yılında yayımlanan bir makalesinde şöyle demektedir (8): "Yeni-sömürgeci ulusötesi ekonomi için en uygun strateji, tam olarak, resmen egemen olan devlet sayısının azamileştirilmesi ve bu devletlerin ortalama büyüklüğünün ve gücünün asgarileştirilmesindedir." Batı’nın egemen güçlerinin bu konuda ne kadar başarılı olduklarını görmek için, dünyanın bugünkü haritası ile 20 yıl önceki haritasını karşılaştırmamız kâfidir. Çekoslavakya, Çek ve Slovak cumhuriyeti olarak ikiye bölünmüş, Yogoslavya; 6 ya parçalanmış, Irak Parçalanmanın aşamasında, SSCB yok olmuş… Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması Raporu'ndaki şu cümle, Türkiye açısından durumun vahametini göstermektedir "Tarihi olaylar ve bazı gelişmeler incelendiğinde görülmektedir ki, Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında ve hatta Cumhuriyet döneminde merkezi otoritenin iç ve dış sebeplerle zayıfladığı anlarda mahalli özerklikler bağımsızlığa yönelmişlerdir. Bu yöneliş dış siyasal güçler tarafından da desteklenmiştir."(9)
Ayrıca, KADEK isimli ihanet örgütünün Kürt Sorununa çözüm paketi diye sıraladığı öneriler arasında yer alan “4-Yerel yönetimlerin yetkileri artırılarak sağlık ve kültür başta olmak üzere bazı hizmetler yerel yönetimlere bırakılarak demokrasinin derinleşmesi sağlamalıdır” (10) görüşünün Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısı’nın getirdiği düzenlemelerle bire bir örtüşmesi dikkat çekicidir.
Yukarıdan beri sıralagelen, endişeleri güçlendiren bir gelişme daha olmuştur. ABD’nin Ankara Büyükelçiliğine Eric Edelman getirilmiştir. SESAR’ın düzenlediği bir rapora göre, Edelman nerede görev yaparsa orada ilginç gelişmeler olmaktadır: -Amerikan delegasyonu üyeleri, 1980 yılında yahudilerin kutsal mekanları Bati Şeria ve Gazze bölgesine özerklik tanınması için görüşmelerde bulunuyorlar.Üyeler arasında Edelman da var. Görüşmelerden bir kaç hafta sonra Israil Kudüs'ü başkent ilan ediyor. Binlerce yıllık yahudi düşü gerçek oluyor-1984-1986 yılları... Sovyet Imparatorluğu çöküyor. Edelman, bu tarihte Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Sovyetler Birliği özel danışmanı... -Berlin Duvarı yıkılıyor. Varşova Paktı çöküyor. Edelman'ın 1989-1990 yılları arasındaki görev yeri Doğu Avrupa Masası Direktörlüğü... Çekoslovakya karpuz gibi ikiye yarılıyor. Çek cumhuriyeti ve Slovakya adında iki yavru doğuyor. Edelman, 1993 yılında Çekoslovakya'da Prag Büyükelçi müsteşarı... Bu tarihten sonra Edelman'ı Cheney'in çevresinde görüyoruz. Cheney özel ekibinden...Bush'un seçilmesinden sonra Ulusal Güvenlik Şefi... 11 Eylül, Afganistan ve Irak olayları sırasında bu birimin başında...(11) Kısacası, Türkiye’nin bölünmesi için, bir yerlerden düğmeye basıldığına inanmamız için bir neden daha..

Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısı’nın mahalli idareleri güçlendirmeye yönelik hükümlerini; eyalet sistemine geçişin bir adımı veya üniter devletin devamını tehlikeye sokan gelişmeler olarak nitelemek doğru mu? Şimdi de bu soruya cevap aramaya çalışalım...
Tasarıda, kamu hizmet tanımının yerel meclislerce yapılacağı belirtilmektedir. Bu AKP programında "il genel meclisleri, gerçek anlamda birer yerel meclise dönüştürülecektir." görüşü doğrultusunda yasama yetkisinin yerel meclislere tanınmasında kendince önemli bir adımdır. Bu tür düzenlemeler, merkezi idare kurumlarının zayıflamasına ve parlamenter sistem yerine esasen federal yapılarla uyumlu olan bir başka sisteme zemin hazırlayabilecek düzenlemeler niteliğindedir. Toprakta tek kontrol parçalanmakta, yerelin ulusalın önüne çıkması söz konusu olmaktadır.
Merkezi idarenin görev ve yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesi , mutlaka demokratikleşme, kaynakların daha verimli ve etkili kullanımı, daha başarılı hizmet, israfın ve yolsuzlukların önlenmesi anlamına gelmemektedir. Yerel yönetimlere fazla yetki ve güç devri, ilk aşamada üniter devlet yapısının zayıflatılmasına ve parçalanmasına, eyalet sistemine ve federal devletlere, ikinci aşamada ise küçük, zayıf ve bağımlı devletlere yol açabilir. (12)
Tasarıyla;
• Merkezi idarenin görevleri ciddi biçimde kısıtlanmmaktadır; Sağlık ve Kültür hizmetleri başta olmak üzere, birçok görev, yerel yönetimlere devredilmiştir. Merkezi idarenin görevlerinin yalnızca sıralanması ile yetinilmiş, diğer tüm görevlerin yerel yönetimlere ait olduğu ifade edilmiştir. Taşra teşkilatları kaldırılarak, personeli, malvarlığı ve görevleri il özel idarelerine devredilecek olan bakanlıklar şunlardır: Dışişleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Ulaştırma ve Haberleşme Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Orman ve Çevre Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı. Ayrıca, çeşitli genel müdürlükler tasfiye edilmekte, bu kuruluşların varlıkları ve personeli yerel yönetimlere devredilmektedir.

• Yerel yönetimlere, kendi personelini seçme, işe alma ve terfi ettirme yetkisi verilmektedir.

•Teftiş Kurulları kaldırılarak Merkezi İdarenin mahalli idareleri denetlemesi önlenmektedir. Denetim yalnızca Sayıştay’ın yapacağı mali denetimle sınırlı kalmaktadır.Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisi kısıtlanmaktadır.

•Yerel yönetimlerin mali kaynakları artırılmakta ve ayrıca kendilerinin vergi alma hakkı tanınmaktadır.

• Yerel yönetimlerin kendi aralarında bölgesel birlikler kurmaları mümkün kılınmaktadır.

• İl özel idaresinin başında günümüzde vali varken, öngörülen çok güçlü ve yetkili il özel idaresi yapısında işin başında il özel idaresi meclis başkanı getirilmektedir.

•Hazineye ve kamu kurum ve kuruluşlarına ait olup kullanılmayan araziler bedelsiz olarak belediyelere devredilmektedir.

• Belediyelerin zabıta kuvvetlerinin yetkileri artırılmaktadır; büyükşehir belediyelerinin ve il özel idarelerinin zabıta kuvvetleri kurma izni verilmekte; il özel idarelerine özel güvenlik kuvveti oluşturma hakkı tanınmaktadır.
• Halk Denetçiliği oluşturularak, mahalli idarelere ilişkin yakınmalara halk denetçilerinin incelemesi öngörülmekte, halk denetçilerine bir nevii idari yargılama yetkisi verilmektedir.

Bu düzenlemelerin sonucunda;
• Her yörede yalnızca o yörenin insanlarının işe alınacak, bir yöredeki kamu görevlisinin başka yöreye tayininde sorunlar yaşanacak, bir kamu görevlisi nerede göreve başlarsa orada emekli olmak durumunda kalacaktır. Bu durum da, ülkemizin farklı bölgelerindeki insanların başka bölgelerde kamu görevi yaparak daha iyi kaynaşmaları ve böylece milli birliğin daha da güçlenmesi engellenecektir.
• Halkın farklı lehçeler konuştuğu yörelerde, yerli memurlar halkla mahalli lehçelerle konuşmaya başlayacak, Türkçe tali dil durumuna düşecek, bu durum zamanla ABD ve AB tarafından baskı unsuru olarak kullanılacak ve bu lehçeler yazışma dili olarak kullanılmaya başlanacaktır.
• Merkezi idarenin denetim ve vesayetinin ortadan kalkması, mahalli idarelerin halka farklı muamele etmelerine yolaçacaktır. Yerel düzeyde etkili olan çeşitli gayri-milli güçler, istediklerini daha kolayca yerine getirtebilecektir.
• Bölgesel eşitsizliklerin azaltılabilmesinin yolu, merkezi idarenin güçlü ve olumlu biçimde müdahaleci olmasından geçmektedir. Önerilen düzenlemelerde, bugüne kadar ihmal edilmiş bölgelerin imkanları daha da daralacak, bölgesel eşitsizlikler artacak, bunun toplumsal ve siyasal sonuçları ise çok olumsuz olacaktır. (13)
• Türkiye'de birçok sorun ülke düzeyinde planlama ve bölgesel düzeyde uygulama ile aşılabilir. Yalnızca kendi ili ile sınırlı düşünenlerin sorun çözmesi mümkün değildir. (14)
• Merkezi idare bugün bile, rotasyon vb. insan kaynakları planlamasına rağmen bazı illere kalifiye eleman bulmakta zorlanmaktadır. Bu düzenleme ile bazı illerde hiç kalifiye eleman görev yapmayacaktır. Bu da geri kalmış yörelerde iş ve hizmetlerin gerektiği gibi sunulmasını engelleyecek, iller arasındaki zaten bozuk olan kamu hizmetleri dengesini daha da bozacaktır.
• Merkezi idarenin denetiminin azalması, yolsuzluklarda ve israfın artmasına neden olacak, devlete duyulan güven azalacaktır.
• Mahalli idareler, doğal olarak kendi yerel çıkarlarını önde tutacaklardır. Ancak mahalli çıkarlar çoğu kez, ülke bütünlüğünün uzun vadeli çıkarlarıyla çelişecektir.
• Kültür hizmetlerinin yerelleştirilmesi, milli kültür politikaları oluşturulmasını engelleyecektir.
Bu düzenlemeler, kültürel ve ekonomik bütünlük içerisinde olan, tahsil düzeyi yüksek ülkelerde olumlu sonuçlar doğurabilir. Ancak, kültürel bütünlüğünü kuramamış, illeri arasında milli gelir, öğrenim durumu, kültürel yapı vb pekçok konuda farklılıklar olan ülkemizde bu düzenlemeler vahim sonuçlar doğurabilir. Bu düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter devlet yapısını büyük ölçüde zayıflatacak, etnik kimlik ve siyasal görüşlere göre bölgesel yapılanmaların oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Dünyayı yöneten güçler, dünya ölçeğinde planlama ve yönlendirme yaptığı, bilişim teknolojinde meydana gelen gelişmelerin uzaklık-yakınlık kavramlarını yokettiği bir dönemde, hizmeti halkın ayağına götürmek için, e-devlet projelerine ağırlık vermenin mi yoksa yetki ve gücü mahalli idarelere devretmenin mi gerektiğinin bir kez daha tartışılması gerektiğine inanıyoruz.
Toplumsal sorunlar tepeden inmeci yaklaşımlarla değil, uzlaşma arayışlarıyla çözülür. Temennimiz Hükümetin tepeden inmeci yaklaşımla hazırladığı Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı’nı çekerek, ilgili sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri doğrultusunda gerçekten reform niteliğinde bir Kamu Yönetimi Yasa Tasarısı’nı TBMM’ne sunmasıdır.

* Bir yurttaş olarak merak ediyorum: Uluslarası Sözleşmeler TBMM’de onaylanırken sözleşmeler neden okunmaz ? Neden Meclis Tutanak dergisinde yayınlanmaz ve Milletvekilleri okumadıkları bir sözleşmeyi niye onaylarlar..

1- Avrupa Birliği’nin Türkiye Politikaları ASAM YAYINLARI
2- http://www.basbakanlik.gov.tr
3- women-to-women.de/un/kofi.htm - 29k
4- http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/merkeze_iliskin/bilgi_projeler_tr.asp
5- Hürriyet Gazetesi 27.01.2004
6- İlhan Attila/10.Ocak.2001/Cumhuriyet/Sivil Küreselleştirme
7- http://www.nethaber.com/haber/haberler/0,1082,107558_6,00.html
8- Hobsbawm, E., "Socialism and Nationalism: Some Reflections on the Break-Up of Britain (1977)", Politics for a Rational Left, Political Writings 1977-1988, Verso, Bristol, 1989, s.124.
9- www.trife.com/Turkish/Aktuell/03w27/kadek.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder