21 Ekim 2024 Pazartesi

YENİDOĞAN ÖLÜMLERİ VE DENETİM

 



Sağlıktaki sorunların  temel nedenlerini üç ana başlıkta toplayabiliriz: Özelleştirme, tarikat kadrolaşması  ve denetimsizlik.

Sağlıkta özelleştirme derken, sağlık hizmetlerinin ağırlıklı olarak özel sağlık kurumlarına yöneltilmesini, kamu hastanelerine gerekli yatırımın yapılmamasını ve özel sağlık kurumlarının hastaları hasta, yurttaş olarak değil müşteri olarak yani sağmal inek olarak görmelerini kastediyorum tabii ki.  Sağlık Bakanlığını uzunca süre özel hastane sahibi kişilerin  yönetmesi özel hastanelerin daha da yaygınlaşmasına yol açmıştır.

2003’ten bu yana Sağlık Bakanlığında  tarikat ve cemaatlerin güç kazandığını konuyu takip eden herkes biliyor. Tabii en güçleneni de Menzil Cemaati…

Yenidoğan olayı ile tarikat ve cemaatlerin ilişkisi var mı daha net olarak ortaya çıkmadı. Ama kapatılan hastanelerden birisinin eski sağlık bakanlarından Mehmet Müezzinoğlunun olduğunu biliyoruz. Diğer hastahanelerin sahipleri arasında da Ak Partiye yakın isimlerin olduğu belirtiliyor.

Ama yenidoğan ölümleri ile ilişkin olarak medyada çıkan ilk haberler Menzil Tarikatı ile ilişkili. Ankara'da 2008 yılında devlet hastanesinde üç günde 27, bir ayda 49 bebeğin ölüm vakasına rastlanması üzerine Bakan Akdağ’ın konuyu yorumlaması için şeyhinden istihareye yatmasını istediği haberi medyada yer almıştı.[i] Düşünebiliyor musunuz Teftiş Kurulu harekete geçirilmiyor, çocuk doktorlardan oluşan bir heyet oluşturulup konu incelenmiyor, Prof. ünvanlı bakan şeyhinden istihareye yatarak sorunu çözmesini istiyor.

“Bebek ölümleri ve denetim” ilişkisini tartışmadan yenidoğan ölümleri nedir medyadan özetleyelim.

Yenidoğan bebeklerin bazıları, doğumdan sonra yoğun bakıma ihtiyaç duyuyor. Çete, bu durumu fırsat bilerek, bebeklerin yoğun bakım gereksinimi paraya çevirmeye başladı. Bebekler, uygun sağlık hizmeti alacakları hastanelere değil, 112 Acil Servisi ile ortak çalışan şüphelilerin seçtiği ve "örgüt adına kârlı görünen" hastanelere gönderiliyordu. İddianameye göre, çetenin asıl amacı bebeklerin iyileştirilmesinden ziyade daha çok para kazanmaktı. Fakat enfeksiyona açık bir ortam olan yenidoğan ünitelerine yatırılan bebeklerden bazıları, normalden daha uzun süre yatılı kaldıkları veya hiç gereksinim yokken bu bölüme yönlendirildikleri için hayatını kaybetti. Ayrıca İstanbul’daki özel hastanelerin bir bölümünde yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin usulsüz şekilde işletildiği, rüşvet ve evrakta sahtecilik yöntemleriyle Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan (SGK) haksız kazanç sağlandığı ortaya çıktı.

Olayın büyüklüğü , başka illerde de benzeri yöntemlerin kullanılıp kullanılmadığı, ne zamandan beri süregeldiği soruşturma sonunda anlaşılacak (?)

Yenidoğan Olayının Denetim Boyutu

DENETDE Genel Başkanlığım döneminde yönetim olarak bir slogan üretmiştik: Bir yerde yolsuzluk varsa denetim, denetim varsa yolsuzluk yoktur.

Bu deyiş, İstanbul Sağlık Müdürlüğü başta olmak üzere Sağlık Bakanlığında bir denetim eksikliğinin hatta denetimsizliğin olduğunu göstermektedir.

Sağlık Bakanlığının bir teftiş kurulu var tabii ki. Ama bu kurulla çok oynandı.

Bunlardan ilk aklıma geleni DENETDE Genel Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Başmüfettişi Atılay Ergüven’e yapılanlar. Ergüven  “Yolsuzluk Arttı” dediği ve “Teftiş Terörü Var” diyen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım hakkında tazminat davası açtığı için uydurma iddiarla hakkında soruşturma açıldı. Müfettişler “Soruşturma konusu iddialar doğru değil” deyince onlar görevden alınarak soruşturma başka müfettişlere verildi. İstedikleri gibi rapor alana kadar soruşturmacı ekip dört beş kez değişti.Sonuçta Atılay Ergüven’e ceza teklif edecek müfettiş buldular. Atılay Ergüven Polatlı’ya sayman olarak sürüldü. Hemen dava açan Atılay davayı kazandı. Yine sayman olarak sürdüler, yine dava açtı. Yine kazandı. Ama bu olaylar müfettişleri yıldırdı. Müfettişler kendilerini sayman olarak atanabilecek sıradan memur olarak gördüler.  Cesaretleri kırıldı, özgüvenleri yara aldı.

2 Kasım 2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan  Sağlık Bakanlığı Ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı lağvedildi,  başmüfettiş, müfettiş ve müfettiş yardımcısı kadrolarında bulunanlar, durumlarına göre bulundukları kadro dereceleriyle Bakanlık ve bağlı kuruluşlarının sağlık başdenetçisi, sağlık denetçisi ve sağlık denetçi yardımcısı kadrolarına atandılar.  Bakanlığın bünyesindeki her genel müdürlükte bir denetim birimi kurulduğu için, bakanlık müfettişleri genel müdürlük denetçisi pozisyonuna indirgendi. Bu da denetim elemanlarında  başka bir yılgınlık yarattı.  

Hukuk Müşavirliğinin uygulamaya ilişkin savunmasındaki; Biz onları GASSAL (Ölü yıkayıcı) veya bilgisayar işletmeni yapmadık denetçi yaptık, kişiye bağlı makamlar ancak saltanatlarda olur,  müfettşlik kariyer meslek değildir, doğrudan Bakan'a bağlı olmak yerine alt idari makama bağlı olmak istemeyen Müfettişlerin alt idari makamlara hakaret ettikleri anlamına geldiği ifade edilerek müfettişler aşağılandı.[ii] Yine de müfettişler uzun çabalar sonucu ünvanlarını almayı ve bakanlık müfettişi  olmayı becerdiler. Ama bu süreç teftiş kurulunun çok  kan kaybetmesine neden oldu.

Hangi akıl bir bakanlığın teftiş kurulunu kapatmaya kalkar.  Yalnızca yolsuzluk yapmak isteyenler Teftiş Kurullarına düşman olurlar.

Bu gelişmeler de  Sağlık Bakanlığı müfettişlerini çekingen bir yapıya soksa da  onlar mesai gözetmeden çalıştılar, çalışıyorlar. Tabii bakanlıktan bir görev verilmesi halinde. Uzun süre bakanlık koltuğunda özel hastane sahipleri oturduğu dikkate alındığında Teftiş Kurulu Başkanlığının özel hastaneleri periyodik teftiş programına alması pek düşünülemez.

Yandaş medya ve troller tüm güçleri ile eskiden İstanbul İl Sağlık Müdürü olan Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun görevini yaptığını, hatta yolsuzluğu çıkaranın o olduğunu iddia etmektedirler.

Kemal Memişoğlu gerçekten görevini yapmış mıdır?

Olayın boyutu çok büyüktür. Konunun sonuçlandırması için konuyu Teftiş Kuruluna aktarmayan, ilk ihbarın üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen ciddi bir inceleme başlatmayan Kemal Memişoğlu’nun olayın bu boyuta gelmesinde bir rolü olmadığını iddia etmek mümkün müdür? Kaldı ki şikayet edilen hastaneye on gün öncesine kadar yenidoğan hastalarının sevk edildiği ifade edilmektedir.  Bu bile iyi işleyen bir yargı sisteminde sayın bakanın sanık sandalyesinde oturması için yeterli bir nedendir. .

Bizde “Teftiş” ve “Denetim” denilince akla hep denetim birimlerinin yaptığı denetim gelir. Oysa bu yargı hatalıdır. Asıl denetim üstün astı denetlemesidir. Bu denetim gözlemle, astları iyi seçmekle, aksayan konuların nedenlerini araştırmakla olur. Ama en çok da verileri, istatistikleri, muhasebe kayıtlarını değerlendirmekle, rakamlardaki değişimin nedenlerini araştırmakla olur….

Yenidoğan vahşetine bir de bu boyutu ile bakalım;

Yenidoğan ölümlerinde 2023’de önemli bir artış gözüküyor. Bunun nedeni araştırılsaydı;

Ölümlerin hangi hastanelerde gerçekleştiği,

Hastahanelerin yenidoğan servislerindeki küvez ve personel sayılarının orantılı olup olmadığı,

Personel saysının ihtiyacı karşılayacak ölçekte olup olmadığı,

Yenidoğan servislerinde çocukların hastanede tedavi gördüğü gün sayısının neden farklılık gösterdiği,  

Hangi hastanelere yapılan SGK ödemelerinde ciddi artışlar olduğu,

Şikayetlerin geldiği hastanelerdeki ölüm çeşitlilliği ile devlet hastanelerinin yenidoğan servislerindeki ölüm çeşitlilliği arasında benzerlik olup olmadığı,

Ölüm nedenlerinden bazılarının -cinayeti geçtik- ihmali çağrıştırıp çağrıştırmadığı, şüpheli ölümlerin hangi hastanelerde yoğunlaştığı,  

Vatandaş şikayetlerinin yayımlandığı internet sitelerine bakıldığında neden bazı hastanelerde şikayetlerin yoğunlaştığı,

Ve benzeri yüzlerce soru değerlendirilseydi böyle bir olayla karşılaşır mıydık?

Demek ki neymiş; İstanbul Sağlık Müdürlüğü bünyesinde hastanelerin ve olayların sağlıklı denetimi yapılmamış… Daha doğmadan önlenebilecek vahşete seyirci kalınmış.

Demek ki Sağlık Bakanı en azından istifa etmelidir…

Sağlık Bakanının başarılı bir sağlık müdürü olduğunu iddia edip onu cansiperane savunanlar “Ama sağlık müdürlüğünün bu tür verilere ulaşacak imkanı yok…” diyebilirler. Sayın Memişoğlu bu verilere ulaşacak bir yapıyı oluşturamadıysa iyi bir yönetici, iyi bir sağlık müdürü değildir. Sağlık Müdürlüğünü bile eline yüzüne bulaştıran bir adamın Sağlık Bakanlığı koltuğunda oturduğu her an ülkeye zarardır.

Bu nedenle Sayın Memişoğlu istifa etmelidir…

Yazımı o sloganla bitireyim;

Bir yerde denetim varsa yolsuzluk, yolsuzluk varsa denetim yoktur…

 

 




[i] https://www.tele1.com.tr/iste-akpnin-menzil-tarikatiyla-olan-bagi

[ii] https://denetimyazilari.blogspot.com/2012/07/mufettis-kelimesi-turkce-olmadigi-icin.html


30 Ocak 2020 Perşembe

YOLSUZLUK VE DENETİM

Uluslararası Şeffaflık Derneğinin açıkladığı “2019 Yılı Yolsuzluk Algı Endeksi”nde ülkemizin hal-i pürmelalini görmenin hayal kırıklığı sonrasında, Türk Kızılay’ı çevresinde gelişen "vergi kaçırma", "vergiden kaçınma" tartışmalarını izlerken; DENETDE (Devlet Denetim Elemanları Derneği) yönetiminde görev yaptığım yıllarda (1999-2001) yolsuzluğu tartıştığımız, yolsuzluk üzerine yapılan televizyon programlarına katıldığımız, paneller düzenlediğimiz günler geldi aklıma...
DENETDE Genel Başkanlığım döneminde “Bir yerde yolsuzluk varsa denetim, denetim varsa yolsuzluk yoktur." sözünü slogan olarak belirlemiştik.
Yaşadığımız her yolsuzluğun arkasında denetim yokluğu, yetersizliği yatar...
Türkiye'de son yıllarda Siyasi, hukuki, bürokratik denetim oldukça büyük yaralar aldı. Hatta yalnızca kâğıt üzerinde kaldı... Kamuoyu denetimi de çok etkisizleşti…
Başkanlık sistemine geçince siyasi denetimin araçlarından; Gensoru kalktı... Meclis araştırma önergesi çoğunluk kabul etmeyince uygulanması mümkün değil. Soru önergelerinin çok büyük çoğunluğuna Bakanlıklar cevap vermiyor. Yıllardır cevaplanmayan soru önergeleri var...
2010 Anayasa değişikliğinden sonra FETÖ Hukuk sistemini tamamen ele geçirince Hukuki Denetim de bitti... FETÖ yargıdan büyük ölçüde temizlendi ama yeni savcı ve yargıçlar hem çok politik hem de çok deneyimsiz... Yüksek yargının seçiminin de hukuki denetime ne kadar cevaz vereceği de ayrı bir konu...
Bürokratik denetim diyebileceğimiz Kamu Denetim Sistemi de önemli darbeler aldı. Ömer Dinçer'in Başbakanlık Müsteşarlığı zamanında Denetim hedef tahtasına kondu. Teftiş Kurullarının adı ve yapısı değiştirildi. Teftiş Kurullarını yok etmek için İç Denetim Birimleri oluşturuldu. Ama o da tutmadı... Türkiye'nin en köklü denetim birimleri; Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu ve Gelirler Kontrolörlüğü işlevsizleştirildi. Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu parçalandı. MEB Teftiş Kurulu'nun yetkileri kısıtlandı. Bazı Teftiş Kurulları kapatıldı.
Teftiş yönetimin önünde bir engel görüldü. Denetimin kariyer yapısı bozuldu.Denetim sistemine siyasi müdahaleler hız kazandı.. Bürokratik denetimin içinde her zaman var olan "Tetikçi" denetim elemanlarının sayısı, sistemin politize olması ile daha da arttı.. Sayıştay'ın yetkileri azaltıldı..
Dolayısıyla Kamu Denetim sistemi çok zayıflatıldı...

Demokrasilerde kamuoyunun ve kamuoyunu temsil eden güçlü STK’ların ve bunların sesi olan medyanın denetimi de önemlidir. Eskiden STK'lar da yolsuzluk iddialarını gündeme getirir kamuoyu oluştururdu. Mesela DENETDE Başkanlığım dönemimde, Kamu Görevlisi olmama rağmen "57. Hükumetin yolsuzluk karnesi kabarık" diye demeç vermiş, Halk Bankası ve Ziraat Bankasındaki yolsuzlukları gündeme taşımış, Halk Bankası Genel Müdürünün şikâyeti ile Bankacılık Kanununa muhalefetten ağır ceza mahkemesinde yargılanmıştık. Biz beraat ettik ama dönemin Halk Bankası Genel Müdürü bizim gündeme getirdiğimiz konularla ilgili olarak yargılandı ve mahkûm oldu...
Sendikalar, Odalar, Tüketici Birlikleri Kooperatifleri de  zaman zaman yolsuzlukları deşifre edebilirlerdi… Medya da yolsuzlukların gündeme getirildiği bir platformdu… Medya 4. Kuvvet olarak anılırdı… Ama bugün ne STK’ların ne de medyanın etkinliği kalmadı… FETÖ’nün hakim olduğu yıllarda STK’lar ve Medya üzerinde kurduğu hegemonya, kurduğu kumpaslarla kendisine muhalif STK’ları silindir gibi ezmesi STK’ları pasifleştirdi, ayrıca medyanın iktidar ile içiçe birkaç patronun kontrolüne geçmesi ve RTÜK uygulamaları medya denetimini zayıflattı… Bütün bunların sonucu kamuoyu denetimi etkisini kaybetti…
Denetim zayıflayınca da ister istemez yolsuzluk arttı... Hatta kurumsallaştı...
Evet Beyler; yolsuzluğu önlemenin birinci yolu Denetimi güçlendirmektir... Siyasi,  hukuki,  bürokratik denetimi güçlendirmeden bunların yanında kamuoyu denetimini etkin kılmadan yolsuzlukla mücadele edilmesi mümkün değildir.
 
Tekrarlayalım; “Bir yerde yolsuzluk varsa denetim, denetim varsa yolsuzluk yoktur."


Fazlı KÖKSAL 

8 Eylül 2018 Cumartesi

BİR ATAMANIN HATIRLATTIKLARI


“Ey iman edenler! İnsanlar arasında adaletle hükmedin ve emaneti işin ehline verin.” Nisâ Sûresi, 58

Eskiden üç mesleğe giriş, meslekte yetişme ve yükselme çok özel kurallara tabii idi...
1) Hariciye memurları..
2) Denetim elemanları...
3) Hakimler ve savcılar...
Bu mesleklerin giriş ve yükselme sınavlarında; bilgi kadar, giyim-kuşam, tavır-davranış ve kültürel birikim de önemli idi...
Ben müfettişliğe PTT'de Müfettiş yardımcısı olarak başladım... Kapıdan üstadımdan önce çıktığım için fırça yedim, ondan izin almadan başkalarının yanında görüş beyan ettiğim için azarlandım... Pilavı kaşıkla yediği, Sümerbank'tan takım elbise aldığı, markasız gömlek giydiği için uyarılan arkadaşlarımız oldu... Ama bunun yanında erdemli, dürüst, adil olmanın gerekliliğini de anlattı üstatlarımız... Ve memuriyet hayatıımda bu umdelere sadık kalmaya çalıştım... Çok katı müfettiş yardımcılığı eğitimi sırasında hüngür hüngür ağladığım, hırsımdan uykularımın kaçtığı günler oldu... Ama beni ağlatan üstatlar da dahil hepsini şimdi saygıyla vefat edenleri de rahmetle anıyorum.. Çok şeyler öğrendim onlardan..
Maliye müfettişliği ve hesap uzmanlığı, bize göre çok daha katı kurallara tabii idi... Hariciye memurluğunun kuralları çok daha katı, çok daha şekilci idi... Yani "monşer" olmak çok çok zordu...
Nerden mi aklıma geldi?
Bilmem...
Şaban DİŞLİ'nin Lahey Büyükelçiliği'ne atandığına ilişkin haberleri okurken gözümün önünde bu hatıralar canlandı... 
Ne mi ilgisi var?
Evet yok... Ama insan düşüncelerine hakim olamıyor ki?

6 Nisan 2018 Cuma

RÜŞVET ALAN MÜFETTİŞLER

(Bir Mesleki Özeleştiri Denemesi)

Fazlı KÖKSAL

1982'den bu yana -3 yıllık yöneticilik dönemim hariç- kamu kuruluşlarında müfettiş olarak görev yaptım...

Bir süre de kamu denetim elemanlarının tek çatı örgütü olan DENETDE'nin (Devlet Denetim Elemanları Derneği) Genel Başkanlığını yürüttüm…

Bu deneyimlerin ışığında;

Denetim elemanlığının, farklı ve özel bir görev olduğunu, çok özenli ve adil bir şekilde yapılması gerektiğini, denetim elemanı olarak görev yapacak kişilerin; çalışkan, bilgili, araştırıcı, dürüst, adil ve etik değerlere bağlı kişiler olması gerektiğini savundum...

Bunların yanında, denetim elemanlarının; denetlediği kişilerin çalışma koşullarını, görevlerini yaparken karşılaştıkları güçlükleri  de göz önünde bulundurmaları gerektiğine, bir başka deyişle  karşısındaki kişilere  empati ile yaklaşmaya çalışması gerektiğine inandım…

Denetim adaletin önemli bir parçası olduğu için, denetimi de aynı adalet gibi toplumdaki kokuşmuşlukları giderecek bir “tuz” olarak gördüm…

Ama bazı gelişmeler, görevi toplumdaki kokuşmuşlukları gidermek olması gereken denetim elemanlarının da kokuşmaya başladığı  yolundaki kanaatimi pekiştirdi. Son günlerde denetim elemanların rüşvet aldıklarına ilişkin olarak medyada yer alan haberleri içim kan ağlayarak izledim. Haberleri izlerken  “Et kokarsa tuz basarsın ya tuz kokarsa?” deyişi geldi aklıma… Sanki rüşveti alan benmişim, ya da aile fertlerimden birisiymiş gibi utandım… Yüzüm kızardı…

Hatırlayalım o haberleri;

25.Mart.2018 tarihli haber;
Giresun'un Piraziz Belediyesi'ni denetime gelen müfettişlerin  Belediye Başkanından rüşvet aldığı yönündeki iddialarla ilgili iki kişi, gözaltına alınarak çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı.

26 Mart.2018 tarihli haber;

“İstanbul'da, hakkında vergi soruşturması olan bir şirketten 2 milyon TL rüşvet almak isteyen vergi müfettişi düzenlenen operasyonla yakalandı. Şirket yöneticisi ve müfettiş tutuklandı.

 Vergi incelemesinden sorun yaşamadan kurtulmak için şirket yöneticisi F.T.'nin, vergi müfettişi D.Y. ile 2 milyon lira karşılığında anlaştığı belirlendi. Bunun üzerine operasyon yapan polisler,  şirket yöneticisi F.T. ve vergi müfettişi D.Y. ile B.O. adlı kişiyi gözaltına aldı.

Ardı ardına iki farklı kurumda görev yapan müfettişlerle ilgili iki haber, iki suçüstü…
Meslek şovenizmi ile bu olayları ferdi ve istisnai olaylar olarak açıklayabilirim…
Vergi Müfettişlerinin sayısının çok fazla olduğunu,Vergi Denetmenlerinin de, özenle seçilip yetiştirilen  Hesap Uzmanları, Maliye Müfettişleri ve Gelirler Kontrolörleri ile birlikte  Vergi Müfettişi  adı altında aynı unvanda toplandığını, bunların seçilip yetiştirilmelerinin kariyerden gelen denetim elemanları gibi özenle gerçekleştirilmediğini, sayıları çok fazla olduğu için bunları denetlemenin çok zor olduğunu, aralarından tek tük çürük elmalar çıkabileceğini ileri sürebilirim.
Ama tüm bunlar, pek çok alanda olduğu gibi denetimde de bir bozulma, bir yozlaşma olduğu gerçeğini değiştirmez.

Denetimin bozulmasında/yozlaşmasında;

Müfettiş Yardımcılığı giriş sınavlarında yetenekten ve bilgiden ziyade siyasi tercihlerin ve siyasi yakınlıkların ön plana çıkarılması,

Herhangi bir elemeden geçirilmeksizin eski yöneticilerin müfettiş olarak atanması, müfettişliğe atanma sonrası, müfettişlerin bilgilerini yenileyip yenilemediğini kontrol edecek, kendisini geliştirmeyen denetim elemanlarını eleyecek bir mekanizma kurulmaması nedeni ile ilgisiz/bilgisiz müfettiş sayısının artması,

En deneyimli, en kıdemli denetim elemanının Teftiş Kurulu Başkanı olması geleneğinin terk edilerek, Teftiş Kurulu Başkanlarının her siyasi iktidarla, hatta her bakanla değişmesi, bunun sonucunda da, siyasetin bir parçası gibi algılanmaları,

Denetim elemanlarının özlük haklarında geriye gitmesi, kamunun bürokratik yapısının değişerek denetim elemanlığının cazibesinin kaybolması  gibi nedenlerle, mesleğe talebin azalması ve dolayısıyla denetim elemanlığını tercih edenlerin seviyesinin düşmesi,

Meslek içi denetim mekanizmalarının /oluşturulamaması, çürük elmaların mesleğin dışına atılamaması,

Eski görevlerinde soruşturma geçiren ve kendilerine haksızlık edildiğine inanan kişilerin bürokrasi ve siyasette çok etkili yerlere gelmeleri sonrası, mağduriyetlerinin nedeni olarak gördükleri denetim birimleriyle hesaplaşma içine girmeleri,

Denetim Elemanlarının kendilerini yenileyememeleri, teknolojik gelişmeleri takip etmemeleri,

Denetim elemanları arasında maalesef her dönemde bulunan, meslektaşları tarafından "tetikçi", "patronun adamı" gibi isimlerle anılan, amirlerinin talepleri doğrultusunda rapor üreten denetim elemanı sayısının artması, eskiden kınanan bu gibi kişilerin itibar görür hale gelmeleri,

Toplumdaki değişmeye paralel, makyavelist, ben merkezci, çıkarcı insan tiplerinin denetim elemanları arasında daha sıkça görülmeye başlanması, idealist denetim elemanlarının sayısının azalması,

Gibi onlarca neden etkili oldu…

Evet bozulma yozlaşma her alanda oldu. Ama Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler”.  Toplumun beklentisi de denetim elemanlarının lekesiz  ve tertemiz olmaları yönündedir. Bazı çürük elmaların denetim etiğine aykırı davranışları, toplumda aynı beyazın kirlenmesi gibi algılanmaktadır.  

Bu nedenle, Teftiş Kurulu Başkanlarından Meslek örgütlerine varıncaya kadar her yetkiliye denetim elemanlarını denetim etiğine bağlı hale getirmek için büyük görev düşmektedir. Ama asıl görev denetim elemanlarının kendilerine düşmektedir.

Kendimize çeki düzen vermezsek, Yunus Emre’nin dediği gibi “Sigaya çekecek bir Molla Kasım gelir”









20 Kasım 2017 Pazartesi

HAKKIYLA YAPILIRSA MÜFETTİŞLİK ZOR MESLEK


Son yıllarda;

Sağlık Bakanlığındaki bazı uygulamaları eleştiren DENETDE eski Genel Başkanı Sağlık Bakanlığı Başmüfettişi Atılay ERGÜVEN Polatlı'da bir hastaneye sayman yapıldı.. 3-4 Sene süren bir hukuk savaşından sonra görevine dönebildi... 

Milli Piyango Genel Müdürlüğü Başmüfettişi Ahmet ÖZTÜRK Milli Piyango Vakfına milyonlarca TL kaynak aktarımını ortaya çıkardığı için Başmüfettişlikten alındı.. Geçirdiği bunalım sonucu Genel Müdürü öldürdü... Şimdi hapiste..

TRT Müfettişi Şeniz Erol Çöl, düzenlediği bir rapor nedeni ile Teftiş Kurulu Başkanı ile tartıştığı için görevinden alındı, Araştırmacı olarak atandı...

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Başmüfettişi İlter Kuşoğlu Cilvegözü Sınır Kapısı'ndaki patlamanın ardından hazırladığı rapor nedeniyle disiplin cezası verildi. Görevden alınarak uzman yapıldı...

Son olarak da; Eti Maden'in Başmüfettişi Musa Duran Başmüfettişlikten alınarak Başuzman yapıldı..

Cumhuriyet'in Musa Duran'ın Başmüfettişlikten alınmasına ilişkin haberi şöyle;

"Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün üç ihalesinde milyonlarca liralık yolsuzluk tespit eden ve bunun gereği yapılmadığı için savcılığa suç duyurusunda bulunan başmüfettiş Musa Duran hakkında başlatılan 4. disiplin soruşturması tamamlandı. Soruşturma sonucunda Duran’a sosyal paylaşım sitesi Facebook hesabından Başbakan Tayyip Erdoğan aleyhinde paylaşımlar yayımladığı gerekçesiyle disiplin cezası verildi. Bunun üzerine toplanan Eti Maden yönetimi, Musa Duran’ın“başmüfettişlik” yetkisini kaldırarak, kendisini tenzili rütbe ile “başuzmanlığa” atadı. Maaşı 1500 lira düşen Duran, bundan sonra kurumda denetim yapamayacak.
Cumhuriyet’in 27 Eylül’de “Yolsuzluk madeni” başlığı ile Eti Maden’de yaşanan yolsuzluk iddialarını duyurmasının ardından kurumda sular durulmuyor. Olay şöyle gelişmişti: Kurumdaki yolsuzluk iddiasının üzerine giden başmüfettiş Musa Duran, yaptığı denetim sonucunda hazırladığı 6 Haziran 2012 tarihli raporlarda Eti Maden’in ihaleye verdiği üç yapım işinde kamunun zarara uğratıldığını tespit etti.
Raporda, “Emet Yeni Borik Asit Tesisi ve Yardımcı Üniteleri İşi”ni alan yüklenici firma Öztaş İnşaat Malzemeleri Ticaret Anonim Şirketi’ne 3 milyon 139 bin fazla ödeme yapıldığı, aynı şirkete toplam maliyeti 230 milyon lira olan başka bir işin Kamu İhale Yasası’na aykırı olarak verildiği öne sürüldü.
Müfettişe soruşturma yağmuru
Musa Duran’ın milyonlarca lira yolsuzluğu tespit etmesi üzerine kurumda olağanüstü gelişmeler yaşandı. Genel Müdür Orhan Yılmaz’ın talimatıyla müfettişlerin denetleme sırasında kişilerle doğrudan yazışmaları yasaklandı.
Yolsuzluğu raporlaştıran Başmüfettiş Musa Duran hakkında üç ayrı disiplin soruşturması başlatıldı ve uyarı, kınama ve aylıktan kesme cezaları verildi. Diğer yandan ise müfettişin bağlı bulunduğu Teftiş Kurulu Başkanlığı lağvedildi.
Yolsuzlukların ortaya çıkmasını engellenmek amacıyla bunun yapıldığını düşünen Duran ve arkadaşları, dava açınca idare mahkemesi Teftiş Kurulu’nun kaldırılmasına ilişkin kararı iptal etti.
Savcılığa şikâyet etti
Musa Duran, tespitlerinin gereği yapılmayınca eylül ayında Ankara Başsavcılığı’na dilekçe vererek, iddiasını yargıya taşıdı. Dilekçede, Eti Maden Genel Müdürü Orhan Yılmaz, yönetim ve denetim kurulu üyeleri ihaleye fesat karıştırmak ve görevi kötüye kullanmakla suçlandı. Yolsuzluk iddiası üzerine harekete geçen Ankara Başsavcılığı, Eti Maden yönetimi hakkında Enerji Bakanlığı’ndan soruşturma izni istedi.
Duran’a rütbe sökme cezası
Tüm bu sürecin sonunda yaşanan son gelişme, Musa Duran’ın yetkilerinin elinden alınması oldu. Musa Duran hakkında son disiplin soruşturması Facebook hesabından Başbakan Erdoğan aleyhinde paylaşımlarda bulunduğu gerekçesiyle başlatılmıştı. Musa Duran, bu paylaşımları kendisinin yapmadığını, hesabının ele geçirildiğini kaydetti. Ancak Eti Maden yönetimi, soruşturma sonucunda Duran’a bir kez dahi disiplin cezası verdi.
Musa Duran’ın 4. kez disiplin cezası alması üzerine “başmüfettişlik” unvanı alındı. “Başuzman”yapılan Duran, artık kurumda denetim yapamayacak. Daha düşük bir göreve atandığı için maaşı da 1500 TL düşen Duran, yetkilerinin elinden alınmasına ilişkin kararın iptali için idare mahkemesinde dava açtı."

Bu yazıyı 4 yıl önce bugün 21 Kasım 2013 Günü facebook sayfamda paylaşmışım.  

24 Ekim 2015 Cumartesi

PTT TARİHİNİN İLK BÜYÜK YOLSUZLUĞU


PTT kurulduğu yandan bu tarafa, kamu kuruluşları arasında yolsuzluğun en az olduğu kurumlardan birisi olmasına rağmen, zaman zaman büyük meblağlara ulaşan yolsuzluk olayları da gerçekleşmiştir.
PTT tarihinde rastlanan ilk büyük yolsuzluk Posta Telgraf Nâzırı İzzet Efendi’nin de adının karıştığı ihale yolsuzluğudur.
Posta Telgraf Nazırı İzzet Efendi, 10.04.1877-19.01.1879 ve 04.06.1880-22.06.1888 tarihleri arasında[1] Posta Telgraf Nazırı olarak görev yapmıştır. Telgraf Memuru olarak göreve başladığı kurumda Posta-Telgraf Nazırlığına (Posta-Telgraf Bakanlığına) kadar yükselmiştir.,[2] Nazırlığı döneminde teşkilattın personel kalitesini artırmak için çaba göstermiş, Darüşşafaka Lisesi’nin ders programları arasına elektrik ve telgrafçılık ile ilgili dersler konmasını sağlamıştır. Telgraf Fabrikasını faaliyete geçirmiştir. Telgraf Mevzuatında dönemli düzenlemeler ve iyileştirmeler yapılmıştır. Çalışmayan Telgraf hatlarının tamamının onarımını sağlamış, İstanbul ile Hindistan arasında telgraf haberleşmesi başlamıştır. Posta işlemleri konusunda da çok önemli icraatlara imza atılmıştır.[3] O’nun Nazırlığı döneminde Darüşşafaka’yı dereceyle bitirenler, Paris’teki Yüksek Telgraf Mektebi’ne gönderilerek, Telgraf İşletmesinin ihtiyacı olan mühendisler temin edilmziştir.[4] Onun döneminde yapılmış daha pek çok önemli icraat sayılabilir. Özetle, İzzet Efendi Osmanlı Döneminde en başarılı Posta Telgraf Nazırlarından birisidir.
Ama ne acıdır ki, Posta Telgraf Nazırı İzzet Efendi’nin bu güzel hizmetlerini sorumlularından olduğu büyük bir yolsuzluk olayı gölgelemektedir.
Kaynaklarda bu yolsuzluk olayı şu şekilde anlatılmaktadır;
Ermeni Protestan Cemaati Lideri Müteahhit Agop Boyacıyan, İzzet Efendi’nin yakın dostudur. Telgraf Nazırlığında nasıl bir ihale açılırsa açılsın, mutlaka Agop Boyacıyan’da kalmaktadır. Taahhüt ettiği malzemeler ithal edilmeden de bedeli, İzzet Efendi’nin talimatıyla kendisine ödenmektedir..
Önceleri mal teslimleri düzenli iken, zamanla bedeli ödenen bazı mallar teslim edilmez. Boyacıyan’a taahhüt edip, teslim edemediği mallar için ödenen meblağ 120.000 altın lirayı bulur.
İzzet Efendi döneminde alınmayan / alınamayan bu meblağ, İzzet Efendi’nin ölümünden sonra Telgraf İdaresi tarafından istenince Agop Boyacıyan “ayda ancak 1 lira ödeyebileceği” cevabını vermiş ve tanıdıklarını araya koyarak ödeme işinde sıkıştırılmaması konusunda “İrade-i Seniye”[5] çıkarmayı başarmıştır.[6]
Daha sonra, Sabık Posta ve Telgraf Nâzırı İzzet Efendi’nin memuriyeti zamanında meydana getirmiş olduğu hasar ve israfın denetlenmesi için bir komisyon oluşturulmuştur[7]. konuya bakan mahkeme, İzzet Efendi’nin malvarlığına el konulmasına karar vererek durumun Maliye Nezareti’ne tebliğine karar vermiştir[8]
Bu arada İzzet Efendi vefat ettiği için, zimmetine alınan meblağın tahsilatının yakışıksız olacağı düşüncesiyle, borçları affedilmiştir.[9] İdarenin alacağı 120.000 altın lira da, tüm uğraşlara rağmen, gerek Agop Boyacıyan’dan gerekse kefili Ohannes Manasiyan’dan tahsil edilememiştir. [10]
İzzet Efendi’nin köşkünün mirasçısı yabancımız değil…
İzzet Efendi’nin çocuğu olmaması üzerine eşinin yeğeni Fevziye’yi evlatlık almıştır. Aile, Fevziye’ye Fransızca, ut vesaire dersleri aldırmak için de Mehmet Ali adında Posta Telgraf İdaresinde çalışan  genç bir memurdan talepte bulunurlar. İşte bu Mehmet Ali, Fevziye ile evlendirilmiş, Posta Nazırı İzzet Efendi de sonraki yıllarda, Erenköy’deki konağını genç çifte hediye etmişti. Mehmet Ali-Fevziye çifti, doğan ilk çocuklarına bu yüzden İzzet ismini vermişti. Ki bu İzzet meşhur gazeteci Mehmet Ali Birant’ın babasıdır. Ve M. Ali Birant uzun yıllar İzzet Efendi’de intikal eden köşkte oturmuştur.[11]



[1] PTT Müfettişleri Albümü- PTT Genel Müdürlüğü-1995
[2]  Hüsnü Sadık Durukal  Posta Telgraf Nazırı İzzet Efendi Güvercin –Ağustos 1957
[3] Tanju Demir Türkiye’de Posta Telgraf ve Telefon Nezaretinin Tarihsel Gelişimi PTT Genel Müdürlüğü nkara 2005 Sayfa :39-41
[4] Hüsnü Sadık Durukal, Ark Dergisi, Nisan-1957 Sayı 2, s. 4-5.
[5] Padişah buyruğu.
[6] A. Baha GÖKOĞLU(1933). Telgrafçılıkta Ana Dilimiz ve Mustafa Efendi. İstanbul: Güneş Matbaası.
[7] BDA.G.M., Osmanlı Arşivleri 13/B /1310 (Hicrî), Dosya No:2047 Gömlek No:121 Fon Kodu: DH.MKT
[8] BDA.G.M., Osmanlı Arşivleri 19/L /1309 (Hicrî), Dosya No:1950 Gömlek No:93 Fon Kodu: DH.MKT.
[9] BDA.G.M., Osmanlı Arşivleri : 03/R /1310 (Hicrî), Dosya No: 2014 Gömlek No:98 Fon Kodu: DH.MKT.
[10] A. Baha Gökoğlu (1933). Telgrafçılıkta Ana Dilimiz ve Mustafa Efendi. İstanbul: Güneş Matbaası.
[11] Cemal Kalyoncu Mezara Kadar Gazeteci-M.Ali Birand Aksiyon Dergisi 21.Ocak2013 S.946

6 Kasım 2014 Perşembe

FATURA MÜFETTİŞLERE KESİLDİ


03.Kasım.2014 tarihli TAKVİM gazetesi, iki İş Müfettişinin maden sahipleriyle beraber çekilen fotoğraflarını 1. sayfadan "Yüz Karası" manşeti ile verdi.
Aynı Fotoğraf orta sayfada ise "Kara Vicdanlılar" manşeti ve "Zehir Zıkım Olsun" alt manşeti ile verildi.
Haber ise şöyle; "Denetçiler gelmeden patronların haberi oluyordu. Patronlar onları lüks araçlarla alıp otele götürüyorlar, her türlü ihtiyaçlarını karşılayıp akşamda içki masalarını kuruyorlardı. Sonra da göstermelik olarak ocağa geliyorlardı" 
Bir fotoğraftan hareketle, bu kadar acımasız manşetleri atmak ne kadar gazetecilikle bağdaşır, tartışılması gereken bir konu.
Ayrıca;
"İçki Masası" deniyor, ben masada içki kadehi göremedim.
Karaman veya Ermenek'teki "Lüks Otel"ler, Müfettişlerin kendilerine fatura karşılığı ödenen "konaklama ücreti" ile çok rahat kalabilecekleri oteller... 
Bir denetim elemanının yemekle, hatta çay ile mesleğini satabileceğine inanmak ise denetim elemanına yapılacak en büyük hakaret...(Tabii bu algının oluşmasında, çok az sayıda da olsa bazı denetim elemanlarının olumsuz davranışlarının da payı var)
Çay demiken bir parantez açmak gerek...
Bundan 30 yıl önce, mesleğe ilk girdiğimiz günlerde, üstatlar bu çay konusunu tartışırdı. Bazıları denetimlerde (özellikle soruşturmalarda) yöneticilerin çayını içmezlerdi, bir bölümü de "Müfettiş bir çaya mı satılacak." diye, denetlenenin müfettişe antipati ile bakmasına neden olan bu katı uygulamaya karşı çıkardı...
30 yıl sonra bile, hem de Başbakanın ağzından, bu konuyu tartışıyor olmak üzüntü verici...
Sayın Başbakanın bu sözü söylemeden önce, şu soruları kendisine sorması gerekirdi...
* Müfettişin çay içmesini etik bulmayan bir anlayış, bir bakanın milyonluk saati hediye (?) kabul etmesine neden tepki göstermez?
* Çay teklifi reddedilen insanların, onurunu kırmaya, kendini suçlu hissettirmeye devletin ve devlet memurunun hakkı var mıdır?
* Bir müfettiş çayı reddederken, kendi onurundan şüphe duymaz mı?
İş Müfettişi arkadaşlar genel uygulama olarak denetledikleri iş yerlerine denetledikleri kurumun arabaları ile gidip geliyorlar. Bu yanlışsa, bu yanlışın sorumluları müfettişler değil, araç tahsis etmeyerek, araç ücreti vermeyerek bu durumun "gelenek" haline gelmesine göz yuman Çalışma Bakanlığı yetkilileri.
O işverenlerin, yöre milletvekilleri ile veya Enerji Bakanlığı yetkilileri ile fotoğrafları yok mudur? Şüphesiz vardır. Gerçek gazetecilik onları ortaya çıkarmakta...
Müfettişlerin hataları, yanlışları varsa en ağır bir şekilde cezalandırmalıdır.
Ama;
* Madenlerde neden Sendika olmadığını veya Sendikaların neden görevini yapmadığını,
*Maden izinlerinin neden Başbakanlıkta toplandığını ve izinlerin nasıl verildiğini,
*Madenlerin denetim sürelerin neden kısa olduğunu, İş Müfettişi olarak çalıştırılan Maden Müfettişi sayısının yeterli olup olmadığını,
* Tüm kurumların denetim birimlerinin tek çatı altında toplanmasının, bu tür olayları azaltıp azaltmayacağını, daha etkin bir denetimi, (İş güvenliği denetimi/ Mali denetim/ Madencilik teknikleri /Siğgorta vb) sağlayıp sağlamayacağını,
*Son zamanlarda maden kazalarındaki artışta ilgili bakanlıkların yöneticilerinin beceriksizliğinin, yetersizliğinin rolü olup olmadığını,
*Denetimin ne kadar bağımsız olduğunu,
*Ve Denetim Elemanlarının raporlarındaki önerilerin ne ölçüde hayata geçirildiğini,
Tartışmayacaksınız...
Sonra suçu, yok etmeye, kaldırmaya çalıştığınız bir mesleğin mensuplarına; denetim görevini zor şartlarda yapmaya çalışan müfettişlere yıkacaksınız.
Gerçek suçluları arayacaksanız;
Siyasetin, sermayenin ve bürokrasinin tepelerinde arayacaksınız...